2 Temmuz 2013 Salı

KURGU HAYATIN TA KENDİSİ



 GÖK







Eğer fark etmediyseniz, söyleyeyim; bütün kitaplarım diğer insanlarla bağlantı kurmanın yolunu arayan yalnız bir insanla ilgili. (Chuck Palahniuk)

Chuck Palahniuk, hiç tartışmasız, günümüz edebiyatının en usta kalemlerinden biri. Çağdaş edebiyatın ayrıksı yazarlar klasmanında yer tutan Palahniuk, modern toplum yapısının bireyleri sürüklediği nevrotik ruh halini ifade etmekte ziyadesiyle yetenekli. “Dövüş Kulübü”nden “Tıkanma”ya, “Tekinsiz”den “Gösteri Peygamberi”ne bütün romanlarında, tüketim toplumu normlarına, hâkim kültürel kodlara karşı siyaseten doğruculuk yaklaşımının yakınından bile geçmediği yaratıcı isyanlar kurgulamasıyla ünlü. Yalın ve epizodik anlatıma sahip romanlarında hep aynı bakış açısını sahiplenir, aynı “aydınlanma anlarına” vurgu yapar Palahniuk: Gündelik hayatın gerekleri olarak dayatılan zorunluluklarla kuşatılmış bireyler, özgürlüklerine kavuşmak, iradelerini ellerine almak, organik makineler olmaktan kurtulmak için özyıkımı seçerek nihilistik bir karşı duruşun öznesi olmak zorundadır. 

Palahniuk romanlarında var olana uyum sağla(ya)mayan, keskin bir uyumsuzluğa sürüklenen herkes kurtulmak istediği eski yaşamlarıyla olan göbek bağlarını kesmek için dibe vurmayı göze almalıdır/ hedeflemelidir. Bu bağlamda, gönüllü olarak katlanılan fiziksel acı, bireylerin kendileri için yeni bir rota çizebilmelerine yardımcı olacaktır. İnsanlar gönüllü olarak katlandıkları acılar vasıtasıyla bedenlerinin ölümlü olduğunun farkına varır ve bu yalın hayat bilgisinin tetiklediği melankolik neşeyle yeryüzünde kapladıkları alanı somut olarak duyumsayabilirler. Ancak özyıkım ve toplumsal kuralları ihlâl etme pratiğinin ardından alternatif varoluş olasılıkları ortaya çıkacaktır. 

Palahniuk’un kurguladığı imgesel evrende, hijyenik standartlara saygı duyulmaz. Aksine, toplumsal ahlakın iğrençlik, çirkinlik, zayıflık olarak kategorize ettiği her şey son sınırlarına kadar sahiplenilir. Palahniuk’un tekrar tekrar kaleme aldığı karşı-aydınlanma, bu tür “pisliklerin” içinde, bunların tozuna toprağına bulanmaktan çekinmeden gelişen bir özyıkım sürecini gerektirir. Palahniuk’un tüm eserlerinde özyıkıma duyulan sarsılmaz inancın izdüşümleri mevcuttur. 

Mevzu edilen sürecin çilecilikle özdeşleşen pek çok yönü olduğu da görülür. Ahir zaman peygamberlerine öykünen Palahniuk’un karşı-kahramanları acının, eziyetin, pisliğin en uç noktalarına doğru yol aldıkça olgunlaşır, güçlenirler. Hatta, bu eylemlerinin kudretiyle metaforik açıdan ölümsüzlük mertebesine ulaşır, alternatif azizler olarak yeniden cisimleşirler. Her şeyin sonu, nihai sınırı olarak belletilen ölüm kavramı, Palahniuk’un karakterlerini korkudan titretemez. Onlar ölüme yaklaştıklarında, hayatla ölüm arasındaki sınırları gönüllü biçimde ihlâl etmeye soyunduklarında hakikaten yaşadıklarını, aldıkları nefesin anlam kazandığını bilirler. Bu nedenle, kâğıt üstünde işkenceye denk düşen, aklın alamayacağı her çeşit fiziksel acıya katlanmaktan da çekinmezler. Palahniuk’un evreninde aktif veya pasif yollardan maruz kalınacak içsel veya dışsal her türlü acı, kişinin özgürleşme serüveninin olmazsa olmaz başlangıç noktasını teşkil eder.

Kurgusal evrende ana-akım ütopik iyimserlik anlayışına böylesine güçlü tokatlar savuran Chuck Palahniuk, sadece kurmaca metinler kaleme almadı, tabii ki. Röportaj, deneme ve anı kategorisinde değerlendirilebilecek yazılar da yazdı. Onun yeraltı klasiği mertebesine ulaşmış romanlarına hayranlık duyan her okurun gizliden gizliye merak ettiği bir konuyu açıklığa kavuşturmada bu tür metinler önemli işlevler görüyor. “Dövüş Kulübü”yle birlikte Palahniuk’un adı popüler yazarlar listesine eklendiğinden beri her kesimden okurun kafasında dolaşan sorular bunlar: Palahniuk’un gerçek hayatıyla kaleme aldıkları arasında nasıl bir bağ var? Romanları bütünüyle hayal ürünü mü? Palahniuk, yarattığı karakterler gibi kültür endüstrisine yıkıcı darbeler indirmeye niyetli gözükara bir sabotör mü, yoksa romanlarında mesihlere özgü anti-konformist vaazlar verip, bu söylemin rantıyla şöhrete ve paraya kavuşan bir üçkâğıtçı mı? 
 
Bu ve benzeri sorulara net, tatmin edici yanıtlar vermek mümkün değil, ama Palahniuk gibi, tabir-i caizse, kaleminden kan damlatarak yazan, her cümlesi ruhunuza nüfuz eden haysiyetli bir yazarın özel yaşamına dair anekdotlarını, hatıralarını, bilcümle kurmaca olmayan metinlerini okumak, onu en önemli samimiyet testlerinden birine sokmaya tekabül ediyor. Palahniuk ailesinin trajik öyküsünü duymuş olanlar (Chuck’ın dedesi, babası henüz küçük bir çocukken eşini vuruyor ve öldürmek için aradığı oğlunu şans eseri bulamadan intihar ediyor. Bu aile faciasından sağ kurtulan Chuck’ın babası, ömrünün sonbaharında internetten tanışıp flört ettiği bir kadınla buluştuğu sırada kadının eski sevgilisi tarafından vurularak öldürülüyor) veya Chuck’ın yazma serüvenine nasıl atıldığını bilenler (Chuck, Oregon Üniversite’sinde gazetecilik bölümünü bitirdikten sonra Portland’daki yerel bir gazetede kısa bir süre çalışıyor. Gazetecilikten sıkıldıktan sonra işi bırakıyor. Daha sonra kamyonları tamir edip teknik el kitapları yazarak geçimini sağlıyor. Bu esnada bakımevlerinde ölmekte olan hastalara refakat ediyor, konuşma terapilerine katılıyor. Roman yazmaya karar verdiği aşamada ise yazarlık atölyesine giriyor) açısından Chuck Palahniuk’un böylesi bir samimiyet testine ihtiyacı olmasa da, onunla “Dövüş Kulübü” romanının sinema uyarlaması üzerinden tanışan geniş okuyucu kitlesi için kurmaca olmayan metinleri daha farklı simgesel anlamlara sahip.

Palahniuk’un ailesinden, arkadaşlarından, tanıştığı ilginç insanlardan bahsettiği, başından geçenleri aktardığı yazıların, çeşitli yayın organları için yaptığı sıradışı röportajların biraraya toplandığı “Kurgudan da Garip”, ABD’de 2004 yılında yayımlandı. Bizde bir hayli gecikmeli olarak yayımlanan bu kitap vasıtasıyla onun gerçek hayatında da kurmaca eserlerinde anlattığı karakterler kadar renkli insanların cirit attığını, romanlarında anlattığı tuhaf olayların pek çoğunun sosyal çevresinde bilfiil vuku bulduğunu öğrenmiş oluyoruz. Bu vesileyle Chuck Palahniuk’un romanlarındaki ilişkilerin, kopuklukların, karanlık mizahın ticari istismar gayesiyle yaratılmadığını bir kez daha görüyoruz. Palahniuk’un romanlarında mevzu ettiği her şeyin tinsel enerjisini, gel-gitlerle şekillenen ritmini ruhunda hissettiği, söz konusu deneyimlere kişisel olarak çok da uzak olmadığı ortaya çıkıyor. 

“Kurgudan da Garip”, üç bölümden oluşuyor: “İnsanlar Birarada”, “Portreler” ve “Kişisel”. Palahniuk, romanlarına konu ettiği pek çok hikâyeyi hayatın içinden devşirdiğini, arkadaşlarından ve çevresindeki insanlardan dinlediği hikâyeleri geliştirerek kitaplarında kullandığını açık açık belirtiyor. Dünyanın hikâye anlatan, çaresiz ve yalnız insanlarla dolu olduğu gerçeğinin farkında Palahniuk. Onun tek yaptığı, dinlediği bu hikâyeleri işinin ehli yazarlara özgü bir hayal gücü ve benzersiz bir üslupla kaleme alıp milyonlarla paylaşmak. Hayattan esinlenen bir yazar olarak hikâyelerini etkili biçimde anlatma hususunda da karşılaştığı gerçek insanları örnek alıyor. Teleseks telefon hatları, hasta destek grupları, new age terapi merkezleri, hastaneler romanları için araştırma yapacağı mekânlar konumunda. Kendisi zaten, romanlarının hazırlık safhasında sosyologlara taş çıkartan ciddi araştırmalara girişmesiyle tanınıyor. Bazen gönüllü olarak hasta destek gruplarında çalışıyor, bazen hastanelerdeki kimsesiz ölümcül hastalara son günlerinde eşlik ediyor, bazen de seks bağımlılarının tedavi programlarına iştirak ediyor. Bu mekânlarda, kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış insanlarla birlikte vakit geçirirken edindiği tecrübeleri kurmaca eserlerinde kullanıyor.

Palahniuk’un nev-i şahsına münhasır yazın anlayışının ipuçlarını barındıran pek çok metin mevcut “Kurgudan da Garip”te. Yıllar boyu süren yoğun antrenmanlarda fiziksel acıya bir ibadetmişçesine katlanan, müsabakalar sırasında ciddi sakatlıklar geçirmelerine rağmen güreşmekten vazgeçmeyen güreşçilerin hislerini de; yazdıkları senaryoları film şirketlerinin temsilcilerine kısıtlı dakikalar içinde beğendirmek zorunda kalan, büyük beklentilerle katıldıkları bu görüşmeler için para ödeyen her yaştan amatör senaristin buluşmalarını da; çiftçilerin her sene düzenli olarak organize ettikleri Biçerdöver Parçalama Yarışmaları’nın kolektif ruh halini de yerinde takip ediyor, söz konusu insanlarla önyargısız biçimde hasbıhal ediyor. Gazetecilik jargonunda ilginç hikâyeler kapsamında yüzeysel biçimde işlenip geçilecek bu etkinliklerin altında yatan yoğun dramatik potansiyelin bilincinde Palahniuk. İnsanların biraraya gelmek, her şeyin simülasyonun simülasyonuna dönüştüğü günümüz toplumsal atmosferinde gerçek bir şeyler yaşamak için düzenledikleri her tür etkinliğe –dışarıdan ne kadar tuhaf görünürse görünsün– değer veriyor, onların benimsedikleri ritüellere saygıda kusur etmiyor. Çatışma ve acıdan uzak steril bir yaşam yalanının her kanaldan üzerimize püskürtüldüğü bir çağda, Palahniuk bunun tahayyül bile edilemeyeceğini ifşa ediyor, herkesi acıyla yüzleşmeye çağırıyor.

“Kurgudan da Garip”, Palahniuk hayranları için hazine değerinde metinler içeriyor. “Dövüş Kulübü”nün sinemaya uyarlanması sürecinde Hollywood’a yaptığı yolculuğu anlattığı “Californialı Gibi”, Brad Pitt’in dudaklarına özenip satın aldığı dudak dolgunlaştırma aletinin başına neler açtığının hikâyesini naklettiği “Dudak Dolgunlaştırıcı”, perili bir evde psişik arkadaşlarıyla geçirdiği birkaç günü anlattığı “Hanımefendi”, vücut geliştirme takıntısıyla bir dönem kullandığı anabolik steroid deneyimini aktardığı “Sınırlar” ve çeşitli dergiler için dönemin şöhretli isimlerinden Juliette Lewis ve Marilyn Manson’la yaptığı röportajlar başta olmak üzere, kitapta yer alan metinlerin tümü tek kelimeyle muazzam.  

Palahniuk, “Kurgudan da Garip”te hayatın kendisinin başlı başına kurgudan ibaret olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatıyor. Romanlarındaki kara mizah anlayışının, coşkulu karamsarlığın, neşeli nihilizmin, kaotik karmaşanın somut referansları mevcut bu kitabında. Her zaman yaptığı gibi, ellerimizden kayıp gitmekte olan gerçeklik hissine, yoksayılan seçim yapma iradesine işaret ediyor ve bu durum karşısında kabaran öfkeli itirazların sonsuz çeşitliliğini gözler önüne seriyor. En büyük düşmanımız kendimiz değilmişiz gibi davranmaya devam ettiğimiz sürece hakiki olmayan hayatlar yaşamaya mahkûm olacağımız hususunda bizi uyarıyor Palahniuk. Ne denilebilir ki, bir kez daha üstadın önünde saygıyla eğiliyoruz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder