28 Nisan 2011 Perşembe

PASİFİZMİN BÜYÜK BEDELİ

ROD CORONADO

Nasıl olduğunu bilmiyorum ama bu geçen baharda Eugune-Oregon’daki Çevre Hukuku Konferansı’nda kendimi polis zulmü üzerine yapılan bir workshopta buldum. Dahada önce de polis zulmünün ne olduğunu biliyordum, ama genel olarak hukuki otoritlerle yüz yüze gelmekten pek hazzetmediğim gibi askeri olarak daha güçlü bir hasımla yüzyüze olmayı sevdiğimi söyleyemem. Bu yüzden ALF’ eylemlerine katılıyorum, çünkü senden daha büyük bir düşmanla dövüşmeye gelince sıra gerilla savaşının vur kaç taktiklerinin konvansiyonel savaştan daha faydalı avantajlar yarattığını söyleyebiliriz.

Çoğu kereler şiddet kullanmayan protestocuların kendilerinin Gandi’den alınma prensipleri doğrultusunda ve kendilerini zerre kadar umursamayan hasımlarının karşısında durduklarında şiddete maruz kaldıklarını duyuyorum. Her panel üyesi polisin kendilerini nasıl terörize ettiğini ve ardından da yasal mücadelelerin ağına yakalandıklarını anlatırken, bu pasifist yolu izlemenin akılllıca olmadığını hissetmekten alıkoyamadım kendimi.

Ben bir pasifist değilim. Ama Çevre Konferansında katılanların çoğunun saldırgan bir meşru müdafaadansa pasif bir şiddetsizliğe inandığını gördüm. Bu yüzden günümüz politik koşullarında şiddet yanlısı olmama konusundaki endişelerimi söylediğimde pek de destek bulabileceğimi sanmıyorum. Eugene’dekilere polis katilleriyle aynı çizgiden geldiğimi söyledim. Onlara eğer atalarımın kendilerine zulmedenleri öldürmek istemek gibi bir istekleri olmasaydı bugün hayatta olmayacağımı söyledim.

1800 ve 1900lerin ilk yıllarında İspanyol ve ardından da Meksikalı asker igüçlere karşı silahlanmamak demek topraklarınızı, özgürlüğünüzü, kültürel kimliğinizi ve hatta hayatınız kaybetmek anlamına geliyordu. Yaki dedikleri insan onları için, öldürülmüş, hapse atılmış, tecavüze uğramış ve ülkeden kovulmuş , kendini savunmaya isteği olmayan bir Yaki’ydi, hayatınız ve aileinizin hayatı üzerindeki kontrolü başkasına terketmişsiniz demektibu. Benzer şekilde daha da ekstrem bir tarzda dindar bir havayla giderek artan polis saldırılarına rağmen şiddetsiz eylemlere ve sivil itaatsizliklere bağlı kaldığımız sürece aynı şeyi eylemcilerin de yaptığını görüyorum.

Beni yanlış anlamayın, ben de şiddetten uzak eylemleri tercih ederim, sosyal değişimlerin ve dikkatin yalnızca agresyon yoluyla elde edilebilmesi üzücü bir şey, ama ne yazık ki, kuralları yapan bizler değiliz, biz sadece oyunu oynuyoruz. Hükümetler fısıltıları nadiren kaale alır, ama bir çığlığı muhakkak duyarlar. Böyle zamanlarda politik mücadelelerin, taktiklerini ve stratejilerini yeniden gözden geçirerek hem muhaliflerimiz hem de bizler için en az fiziki şiddet içeren bir sonucu seçmesi gerekiyor.

Değişen zamanlara rağmen bir strateji geliştiremek demek bir şey üretememek demektir, bunu yapamadığımızda yaşanan şiddetten bizler de kısmen sorumlu sayılırız, çünkü şiddet içermeyen protestolarda bulunan arkadaşlarımız kendilerini polisin şiddet dolu rotasına yerleştirmiş oluyorlar. Şiddetten uzak durmakla alakalı ne kadar toplantılara gitmiş olursanız ve Gandi’yle alakalı ne kadar kitap okumuş olursanız olun hiçbir şey bu polis devletinin yasalar kendilerinden yana olduğu ve paçayı daima sıyırabileceklerini bildikleri sürece şiddet kullanmasını engellemeyecektir.

Bu da beni diğer meseleye getiriyor. Eğer biz şiddetten uzak sivil itaatsizliği bir taktik olarak kulanmaya devam edersek o zaman bu taktiğe şiddetle karşılık verildiğinde uygun cevabı vermeyi bilmeliyiz. Yani meşru müdafaadan söz ediyorum. Kendini savunmakta ahlaksızca, etik dışı ve yanlış hiçbir şey yok. Şu dünyadaki en içgüdüsel, doğal tepki bu. Her hayvanda genetik olarak var ve bunu kullanmaktan bizi alıkoyan yegane şey fiziksel şiddetin kötü olduğuna dair kurumlaşmış bir inanç.

Bize meşru müdaafa olmadan şiddetli saldırıların yapılmasına izin verdiğimiz her sefer polislere yapacakları şeyden bir kez daha paçayı sıyıracaklarına dair daha iyi bir sebep sunmuş oluyoruz. Earth First!’ten David Chain’ e ne olduğunu bilmek belki inanmanıza yardımcı olur. David’in üstüne bir ağaç düşüren The Pacific Lumber’da çalışan o işçi şiddet kullanmadan ormanları savunan David’in ölümü sebebiyle hiç tutuklanmadı, onu bırakın barışçıl protestolar düzenleyen eylemciler gibi geceyi bile hapiste geçirmedi !

1980lerde İngiltere’de tilki avlarını sabote ederken grubumuz avları destekleyenler tarafından saldırıya uğradı. Ben bir pasifistim sanıyordum, ama av sabotajcılarının kendilerini nasıl savunduğunu ve bize saldıranların bizi kolay kolay haklayamayacaklarını anladığını gördüğüm zaman meşru müdafaayı temel alan daha pragmatik bir inanç için bu felsefeden temelli vazgeçtim. Avcılar ateşle karşılık vereceğimizi anlayınca geri çekildi. Onların bizim üzerimizdeki gücü bizim kendimizi savunmayı reddetmemize bağlıydı.

Bunun gibi, ister WTO’yu protesto ederken, IMF’i protesto ederken ya da bu şeytani anlamda kötü imparatorluğun başka bir hedefini protesto ederken, polis bizim şiddet kullanmama ilkesine olan bağlılığımızdan yararlandığı ve masum genç eylemcileri anayasada yazılı haklarını hayata geçirirken istismar ettiğinde, bizler de karşılık vermek zorundayız. Bu tür bir tepki eylemcilerin hayatını daha da tehlikeye attığı zaman değil, ama barışçıl yöntemlerle protesto eden eylemciler dövülüp gözlerine biber gazı sıkıldığında , sivil ve insan hakları ihlal edildiğinde meşru müdafaa hakkımızı kullanmakta ve bize saldıranların malını ve mülkünü hedef olarak seçmekte sonuna dek haklıyız.

Ne zaman bir protestocu dövülürse bir polis arabası yanmalı. Ne zaman bir eylemcinin gözlerine biber gazı sıkılsa lastikler patlatılmalı ve penceler kırılmalı. Bu devlet ajanlarının hayatı umursadığı filan yok, ama mallarına mülklerine canları gibi bakıyorlar kesinlikle. Bu şekilde bizler hayatın bütünün kutsal olduğuna dair inancımızı muhafaza edebiliriz, bir yandan da kendimizi savunma yeteneğimizi koruyabiliriz.

Onların gücünün bize ve bütün doğal yaratılışa karşı kullanılmasına tanık olmak yerine bizler kendi gücümüzü ortaya koymalıyız. Gandi bile şiddetten uzak durmanın buna saygı duyan birisine karşı kullanıldığında uygun bir eylem olduğunu söylemiştir. Kuzey İrlanda’da IRA’in ortaya çıkmasının sebebi şiddet kullanmadan proteso eylemleri yapan insanlara karşı uygulanan devlet şiddetiydi. Güney Afrika’da African National Congress’in gerilla ordusu Spear of the Nation’ı kurma sebebi devletin kullandığı şiddetti, ABD’de Black Panthers’in ortaya çıkma sebebi devletin kullandığı şiddetti. Malcolm X’in söylediği gibi, şiddet kullanmamak şiddet kullanmayan insanlarla olur, ama eğer birisi size saldırıyorsa meşru müdafaa haktır.

Hayvan özgürlüğü ve çevre savunması için yapılan mücadele, başkalarının haklarını ve hayatlarını korumakla alakalı bir şey, yoksa kendi ahlakımızla alakalı değil, bir savaşa son vermekle alakalı bir şey. Uzun ve pahalı mahkeme savaşlarıyla sonuçlanan taktiklere başvurmak demek laboratuarlardaki, kürk çiftliklerindeki, sirklerdeki, yaban hayattaki hayvanlardan dikkatleri uzaklaştırıp kendi haklarımızı savunma derdine düşmek demektir, bu stratejik manada büyük bir başarısızlıktır. Gerçekten zulüm görenlere, hayvan halklarına ve onların yuvalarına dikkatleri çekecek stratejilere ve taktiklere başvurmalıyız.

Bizleri her türlü şekilde zulme direnen diğer insanlardan daha da çok ayıran imtiyazlı felsefelerimizi korurken kendimizi iyi hissetmekle alakalı bir şey değil bu. Bu mücadele hayatta kalmak için bize yaslanan milyarlarca masum canlının katledilmesine son vermekle alakalı bir mücadele. Ahlaki engellerimizi yenmeli ve dünyanın ve onun üzerindeki bütün hayatların kaderinin kesintisiz doğrudan eylem çabalarına bağlı olduğunu kabul etmeliyiz.

GAYRİRESMİ ÖRGÜTLENME



ALFREDO BONANNO

Önce gayriresmi anarşist örgüt­lenme ile anarşist sentez örgütlen­mesinin ayrımını yapalım. Bu ayrım hatırı sayılır derecede açıklığa kavu­şacaktır. Anarşist sentez örgütlenmesi nedir? Periyodik kongrelerle sona eren grup veya kişilerin aşağı yukarı sürekli ilişkide olmalarına dayanan bir örgüt­lenmedir. Bu açık toplantılarda, temel teorik analizler tartışılır, bir program hazırlanır ve sosyal alana bir dizi mü­dahaleyi içeren görevler paylaşılır. Ör­güt bu nedenle kendisini, bir referans noktası olarak, sınıf çatışması gerçekli­ğinde devam eden mücadeleleri birleş­tirmeye muktedir bir birim gibi kurar. Bu örgütlenme modeli içerisindeki çe­şitli topluluklar farklı mücadelelere (te­ker teker yoldaşlar ya da grup olarak) müdahil olurlar ve son kongrede karar verildiği üzere, birinci şahıs olarak mü­dahil olmakla, bir bütün olarak örgütün teorik ve somut yönelimini göz ardı et­meden katkı sağlarlar. Bu tür örgütler kendilerini tamamen geliştirdiklerinde (İspanya 1936’da olduğu gibi), tehlikeli şekilde bir partiye benzemeye başlarlar. Sentez kontrole dönüşür. Elbette, gev­şeklik anlarında, bu çapraşıklık daha az görünürdür ve hatta bir saldırı ola­rak görülebilir, ancak diğer zamanlarda bunun sebebinin daha açık olduğu an­laşılır.

Özet olarak, sentez örgütlenmesinde bir uzmanlar çekirdeği hem teorik hem de ideolojik düzeyde öneriler geliştirir ve bu öneriler periyodik kongrede müm­kün olduğu kadar kabataslak kararlaştı­rılan programa uyarlanır. Bu programın değişmesi önemli olabilir (ne de olsa, anarşistler bir şeylere körü körüne bağlılığı asla kabul etmeyeceklerdir), ancak bu gerçekleştiğinde daha önce karar verilen çizgiye mümkün olan en kısa zaman içinde dönmeye özen gös­terilir. Bu örgütlenmenin projesi, o yüz­den çeşitli alanlarda varolmaktır: anti-militarizm, nükleer güç, sendikalar, hapishaneler, ekoloji, yaşam alanlarına müdahil olma, işsizlik, okullar vs. Bu varoluş, hem diğer yoldaşlar veya ör­gütlenmeler (anarşistler veya olmayan­lar) tarafından yürütülen müdahalelere katılım hem de doğrudan müdahale yo­luyla gerçekleşir. Mücadeleyi sentez projesi içerisine taşı­mayı amaçlayan bir katılımın otonom olamayacağı açıktır. Mücadele koşullarına gerçekten uyum sağlaya­maz ve diğer devrimci kuvvetlerle net bir plan dahilinde etkin biçimde iş bir­liği yapamaz. Herşey hem sentezin ide­olojik süzgecinden geçmek zorundadır hem de kongrede daha önce onaylan­mış koşullara riayet etmek zorundadır. Her daim burada göründüğü kadar katı olmayan bu durum, sentez örgütlerin, riske girmemeyi önererek, ileriye doğ­ru herhangi bir adımın atılmasını, fazla açık herhangi bir hedefi ya da tehlikeli olabilecek herhangi bir aracı önlemek için entrikalara başvurarak mücadele­leri vasat bir seviyeye götürme eğilim­lerini taşımaktadır. Örneğin, böyle bir örgütlenmeye üye bir grup (sentez ör­gütlenmesine üye, ama her zaman anar­şist ve spesifik) baskıya karşı mücadele eden bir yapıya sadık kalmıştır, kong­rede kabaca kabul edilmiş olan analizin ışığında bu yapı tarafından tasarlanmış eylemler üzerinde düşünmeye zorla­nacaktır. Yapı hem ya analizleri kabul edecektir ya sentez örgütlenmesine üye olan grup işbirliğini kesecek (şayet bir azınlıksa) ya da mücadelenin farklı me­totlarını uygulamaya koyanları ihraç edecektir (aslında, kesin bir talep olma­sa bile). Bazı insanlar hoşlanmayabilir ancak bu tam da bu gibi örgütlenmele­rin işleyiş biçimidir.

Birisi kendisine dünya üzerindeki sen­tez örgütlenmelerine üye olan grubun tasarrufunun tanım gereği neden baskı yapılarına ve sosyal konsensüse karşı olası eylemlere katılan diğerlerinden daha dikkatli ve geri olmak zorunda ol­duğunu sorabilir. Bunun sebebi ne? Ce­vabı basittir. Daha önce görmüş olduğu­muz periyodik kongrede doruğa ulaşan spesifik anarşist sentez örgütlenmesi, kendi temel amacı olarak sayıca artmış­tır. Büyümek zorunda olan faal bir güce ihtiyaç duyar. Tamamen sınırsız değil ama hemen hemen sınırsız olan. Tersi durumda, tek bir referans noktasında senteze giderek, ne çeşitli mücadelelere katılma kapasitesi olacaktır ne de kendi ilkesel görevini yerine getiremeyecek­tir. Şimdi, asıl amacı üyelerinin artması olan bir örgüt, dini yayma çalışmasını ve çoğulculuğu garanti altına alacağı araçlar kullanmak zorundadır. Herhangi bir sorunla ilgili net bir pozisyon ala­maz, ancak her zaman, daha az sayıda insanı hoşnutsuz eden ve çoğunluk için kabul edilebilir olduğu anlaşılan politik bir yol olarak, orta yolu bulur. Özellikle baskı ve hapishane gibi bazı sorunlar­la ilgili doğru pozisyon, çoğu zaman en tehlikelisidir ve hiçbir grup, grubun diğer üyeleriyle başta hem fikir olma­dan üye oldukları örgütlenmeyi riske atamaz. Ancak bu sadece kongrede olur veya en azından olağanüstü bir toplan­tıda olur ve bizler biliyoruz ki; böyle durumlarda her zaman en ılımlı fikir hakim gelir, elbette en gelişmişi değil. Öyleyse, kaçınılmaz olarak, sınıf müca­delesinin özüne ulaşan güncel mücade­lelerdeki sentez örgütlenmesinin varlı­ğı, bir frene ve kontrole dönüşmektedir, çoğu zaman istemsiz de olsa, bu halen bir kontrol sorunudur.

20 Nisan 2011 Çarşamba

KUNDAKÇILIĞIN ETKİSİ


ROD CORONADO

Kundaklamanın bir gerilla taktiği olarak faydalarını konuşmak gereksiz. Daha uygun bir soru şu olabilir: bir hareket olarak doğal hayatın ve onun hayvan türlerinin yok edilmesinin önüne geçmek için gerekli taktiklere başvurmaya hazır mıyız? Ben, evet, diyorum.

Her yıl milyarlarca hayvanın yasalara uygun şekilde katledilmesine karşı çıkan bir mücadelenin bir parçası olarak sevdiğimiz her şeyin yok edilmesinde ekonomik çıkarları olanları koruyup onlara hizmet eden bir hukuk sisteminin koyduğu sınırları anlamazlıktan gelemeyiz.

Eğer gerçekten demokratik bir toplumda yaşıyor olsaydık, o zaman hayvanlara uygulanan zulümlere ve istismara karşı olan nüfusun çoğu bu olaya engel olmak için bu ilgilerinin yasal bir eyleme dönüşmesini talep ederdi. Ama dünya ekonomisinin büyük bir bölümü hayvan istismarından para kazanıyor ve bu istismarın yasaklanmasına engel olunacak kadar çok para söz konusu. Ve çoğu kez olduğu gibi, hukuksal değişikliklerden sorumlu olan politikacılar onlardan karşı çıkmalarını istediğimiz endüstriler tarafından finansal olarak destek görüyorlar. Bu yüzden kurumsallaşmış havyan sömürüsünü engellemek için illegal eylemlere başvurmak zorunda olduğumuzu anlıyoruz.

Doğrudan eylem eylemlerinin ülkeyi silip süpürdüğü 80’li yılların ortalarında ALF gibi doğrudan eylemleri yapan hayvan özgürlüğü grupları öncelikle sömürüye uğramış hayvanların kurtarılması, istismar ve sömürünün ifşa edilmesi ve sınırlı mal-mülk yıkımına öncelik tanıyordu.

Ancak ALF bu tür eylemlerin belli bir derecede halk desteği sağlasa da sömürünün sona ermesi anlamında çok az şey başardığını anlamakta gecikmedi. Kurtarılmış laboratuar hayvanlarının yerine anında yenileri getiriliyordu, sprey boyayla yazılmış sloganlar siliniyor ve işkence devam ediyordu.

ALF ve ELF, hayvan sömürüsü ve çevresel yıkımı gereken her araca başvurarak önleme hedefine ulaşmakta halk desteklese de desteklemese de kararlı. Önemli olan şey, insanların ALF ve ELF eylemlerine iyi bakması değil, kurumsal hayvan ve dünya sömürüsüne devam edenlerin terörizm eylemlerine son verilip verilemediği.

Taktiksel olarak bunun anlamı, sadece işkence kurbanlarını kurtarmakla yetinmek yerine işkence odalarını fiziksel olarak yok etmenin çok daha etkili bir sonuç vereceği. Elbette hiç kimse birkaç tutukluyu kurtarmak yerine Auschwitz ve Dachau toplama kamplarını yok etmenin daha avantajlı bir durum olduğunu tartışmaz. İşte kundakçılığı bir taktik olarak kullanırken ALF ve ELF gerillalarının mantığı budur. Öncelik hayvanların ve onların yuvalarının yok edilmesinde kullanılan silahların maksimum yıkıma uğratılmasıdır, minimum zarar veya halkla ilişkiler değildir.

Devrimci bir mücadelenin bir parçası olarak bizler bu savaşın ahlaki duyarlılıklarımıza ters hareket etmek ya da hedefimize daha çok yaklaşmakla alakalı olmadığını biliyoruz. Kurumsal şiddete son vermekle alakalı. Bu amacı yasal yollarla başarmamızı engelleyen toplumun ahlaksız yasaları tarafından önümüze set çekilmesiyle alakalı. Bunaltıcı koşullarla yüzyüze kalındığında daha etkili olmak için insanın kendini bireysel anlamda güçlendirmesiyle alakalı. Ölüme ya da yaralanmaya sebep olunmadığı sürece mümkün olan her taktiğe başvurmakla alakalı.

Dünyayı ve onun hayvan uluslarını savunmak için başvurulacak strateji ve taktikler hasımlarımız tarafından belirlenmemeli, tam tersine acı ve kayba sebep olmadan maksimum ekonomik zararı vererek hayat kurtarma yeteneğimiz tarafından belirlenmeli. Biz hayvanları daha çok umursuyoruz, onların hayatları bize bağlı; bu hayvanları kurtarmak için kullandığımız taktiklere insanların nasıl bir tepki verdiği o kadar önemli değil.

Tarihsel olarak bu ülkede köleliğe nasıl direnildiğini ya da Avrupa’da Nazizm’e nasıl direniş gösterildiğine bakıp bu tür kötülüklere karşı şiddete başvurarak ya da şiddet kullanmadan mücadele edenlere büyük destek verildiğini görebiliriz. Önemli olan, her iki adaletsizliğin de kötülük olduğu ve o zamanlar illegal olsa bile bugün kahramanlık gözüyle bakılan agresif bir tepkiyi gerektirdiğiydi.

Kundaklama uç noktalarda bir eylem. Ama bu gizli gerçeğin farkında olan insanların sadece bunu ifşa etmesi için değil, durdurmak için de harekete geçmesini gerektiren son derece vahim bir duruma verilen ekstrem bir tepkidir. ALF ve ELF’in bir silahı olarak kundaklamanın bu iki amaca da hizmet eden çok etkili bir silah olduğu kanıtlanmış durumda. Düşmanlarımızın kontrol edemeyeceği ve kararmış kalplerine korku salan bir araç. Onları canlarının en çok yandığı yerden vuruyor- cüzdanlarından.

Yangın çıkarmak da yüzyıllardır baskıya direnmek adına kullanılmış bir silahtır. İster işgalci bir ordunun askeri kalelerini, isterse bir köle sahibinin plantasyonunu, bir araştırma laboratuarını yakıp yıkarak olsun, bu ülkede kundaklama gerilla savaşının bir silahıdır, mektup yazmak ya da protesto etmek gibi kabul etmemiz gereken bir taktiktir.

Bütün zorluklara rağmen bizi şaşırtma özelliklerini reddeden taktiklerle kendimizi sınırlayıp bu çürümüş toplumdaki konforlu konumlarımızı garantilemeye devam edemeyiz. Gerçek özgürlük mücadelelerinde garantiler yoktur, sadece sevdiklerimiz uğruna girilen riskler ve yapılan fedakarlıklar vardır. Adaletsizliği ve çekilen acıları kurbanların kim ya da ırklarının ve türlerinin ne olduğuna bakmaksızın önlemek için yapılması gereken her şeyi yapmaya gönülden bağlı olmak vardır.

Hayvan araştırma laboratuarları, kürk dükkanları, mezbahalar, fabrika ve kürk çiftlikleri kendi kendilerine yanmazlar. Sizin az da olsa yardımınıza ihtiyaçları var.

16 Nisan 2011 Cumartesi

SOSYAL DÖNÜŞÜM VEYA TOPLUMUN ORTADAN KALDIRILMASI


FERAL FAUN

Toplum... 1. Aynı gelenekleri, inançları vs. olan veya aynı devlet altında yaşayan ve tek bir topluluğu oluşturduğu düşünülen kişilerin bir bütünü... 2. Her bireyin kendisi dışındakilere kısmen bağımlı olduğu bir topluluğu oluşturan tüm insanlar. (Webster's Yeni Dünya Sözlüğü)

“Bildiğimiz” hiçbir şey doğru varsayılamaz – dünya görüşümüzün hiçbiri kutsal değildir ve onların hepsini sorgulamalıyız. Bir çok anarşist “yeni” veya “özgür” bir toplum yaratmaktan bahseder. Ama çok azı toplumun kendisini sorgular. Toplum düşüncesinin sınırları belli değildir- ve hükümet, din, kapitalizm veya teknoloji benzeri onun belirli yönlerinin üstesinden gelmek daha zordur. İçimize o kadar sinmiştir ki, onu sorgulamak kendi doğamızı sorgulamayı hissettirmektedir – işte bu onu sorgulamak zorunda olduğumuzu gösterir. Arzularımızı ve tutkularımızı baskı altında tutan karakter zırhından kendimizi özgürleştirmek sadece toplumun dönüşümünü değil , onun ortadan kaldırılmasını isteyecektir. Yukarıdaki sözlük tanımları, toplumun birbirine -kendilerinde bütün olamayanlar demek olan- bağımlılık durumunda (en azından potansiyel olarak) olan bireylerden oluşan tek bir varlık olduğunu gösterir. Ben toplumu, sistemi ve kendilerini sosyal bireyler olarak yeniden üretmek için sosyal roller olarak oynayan (veya oynanılan) varlıklar arasındaki ilişkilerin bir sistemi olarak görmekteyim.

Sosyal bireylere bağımlılık bebeklerin biyolojik bağımlılığıyla aynı şey değildir. Biyolojik bağımlılık çocuk yeterli değişkenlik ve elden göze eşgüdümü (yaklaşık beş yılda) elde ettiğinde biter. Ama bu beş yılda, ailenin sosyal ilişkileri çocukların arzularını bastırır, onlara dünyadan korkmak gerektiğini yavaş yavaş aşılar ve böylece sosyal birey olan zırhlı tabakaların altındaki , birbirimizi küçümserken birbirimize ümitsizce sarılmamıza neden olan ruhsal bağımlılık altındaki tam, özgür, yaratıcı kişilik potansiyelini boğarlar. Tüm sosyal ilişkiler arzularımızın ve tutkularımızın baskı altında tutularak üretilmiş olan eksiklikte kendi temellerine sahiptir. Temelleri birbirimize olan arzularımız değil, birbirimize olan ihtiyacımızdır. Birbirimizi kullanıyoruz. Böylece her sosyal ilişki, onların her zaman bir boyuta veya diğerine düşmanlar haline gelen bir işveren/çalışan ilişkisidir – ister küçümsemelerle şaka yaparak, ister atışarak veya kavga ederek. Bizi kullananları kullandığımız ve nefret ettiklerimizi küçümsemekten başka nasıl yardım edebiliriz?

Toplum sosyal rollerinden ayrı olarak varolamaz – bu, aile ve eğitimin bazı biçimlerde toplumun zaruri parçaları olmasının nedenidir. Sosyal birey sadece tek bir sosyal rolü üstlenmez- ama “kişiselliğe” benzeyen karakter zırhını yaratan bir çok rolle birbirine karışır.

Sosyal roller, bireylerin toplumu yeniden üretmek için toplumun kendisi olan ilişkilerin tüm bir sistemi tarafından tanımlandığı adetlerdir. Onlar toplumun ihtiyaçları açısından kendi etkinliklerini tanımlayarak onları önceden tahmin edilebilir kılarak bireyleri toplum için kullanışlı kılarlar. Sosyal roller çalışmadır – üretim/tüketim çemberini yeniden üreten geniş anlamında. Toplum bu yüzden insanoğlunun evcilleştirilmesidir – ümitsiz ihtiyaçları karşılamak için birbirini kullanan biçimsiz varlıklar içerisinde kendi arzuları açısından özgürce bağlantı kurabilen ama üzerinde temellenen ilişkilerin sistemi ve ihtiyacını yeniden üretmekte başarılı olarak potansiyel olarak yaratıcı, neşeli, vahşi varlıkların dönüşümüdür.

"Tüm tutsaklık üzerindeki bir pox, Montezuma'un değerli taş bahçesinde bile evrensel iyiliğin merakında olmalıdır ." Andre Breton

Özgür ruhlu bireyler, sosyal roller olarak ciddi olarak bağlantı kurmaya meraklı değildirler. Önceden tahmin edilebilir, belirlenebilir ilişkiler bizleri sıkar ve bizlerin onları yeniden üretmeye devam etmek için arzumuz yok. Onların güvenlik, istikrar ve sıcaklık sunduğu bir gerçektir –bunlar pahasına. Bunun yerine, bizler tüm olasılıkların açılmasının, ciltsiz tutkularımızın şiddetle devam eden yangın ve baskı altına alınmamış arzularımızın açısından bağlantı kurma özgürlüğü istiyoruz. Ve böyle bir yaşam önceden tahmin edilebilir ve belirlenebilir ilişkilerin her hangi bir sisteminin dışında durmaktadır.

Toplum güvenlik sunar, ama bunu özgür oyun ve macera için zaruri olan riski kökünden söküp atarak yapar. O bize hayatta kalmayı sunar- kendi yaşamlarımıza karşılık. Bize sunduğu hayatta kalma, alıştığımız ama asla hoşnut olmadığımız sosyal ilişkilere dahil olan sosyal bireyler –kendi tutku ve arzularından uzaklaşmış sosyal rollerin karışımı olan varlıklar olarak- olarak hayatta kalmaktır.

Baskı altında tutulmamış bireyler arasında bağlantı kuran özgür bir dünya toplumdan özgür bir dünya olacaktır. Tüm etkileşimler doğrudan doğruya belirlenmiş olacaktır. Kendi arzuları açısından dahil olan bireyler tarafından belirlenecektir- sosyal sistemin zorunluluklarına göre değil. Bizler, can sıkıntısı, kendinden hoşnutluk, tiksinti veya güvenlik yerine gerçek tutkuyu akla getirmek için birbirimizi hayrette bırakma, sevindirme, öfkelendirme ile meşgul olacağız. Her rastlaşma, en ilgilinin sosyal ilişkilerin biçiminde tamamen varolamadığı olağanüstü macera için bir potansiyele sahip olacaktır. O halde, toplum denen “değerli taşların bahçesinde” esir kalmaktansa, toplumu ortadan kaldırmayı tercih ederim.

Toplumu dönüştürmek için verilen mücadele her zaman iktidar için verilen bir mücadeledir, çünkü amacı toplum dediğimiz ilişkilerin sistemi üzerinde kontrolü ele geçirmektir (bu sistem şimdi genellikle her hangi birinin kontrolünün ötesinde olduğundan beri gerçekçi olmadığını gördüğüm bir amaç). Aslında, bu bireysel bir mücadele olamaz. Bu kitle veya sınıf etkinliğini gerektirir. Bireylerin, sosyal dönüşümün “daha büyük” amacına uygun düşmeyen bireysel arzuları bastıran bu mücadelede sosyal varlıklar olarak kendilerini tanımlamaları gerekir.

Toplumu ortadan kaldırma mücadelesi ise iktidarı ortadan kaldırma mücadelesidir. Bu asıl olarak bireyin sosyal rollerden ve kurallardan özgür yaşamak, arzularını tutkuyla yaşamak, hayal edebildikleri en olağanüstü şeylerin her birini yaşamak için verdiği mücadeledir. Grup projeleri ve mücadeleleri bunun bir parçasıdır, ama onlar, bireylerin arzularının birbirini yükseltebildiği biçimlerden yetişir ve onlar bireyleri bastırmaya başladığında çözülecektir. Bu mücadelenin yolu ayrıntılarıyla planlanamaz çünkü ana ilkesi, özgür ruhlu bireyin arzuları ile toplumun istekleri arasındaki karşı karşıya gelmedir. Fakat toplumun bizi biçimlendirdiği yolların ve geçmişteki isyanların başarısızlıkları veya başarılarının analizleri mümkündür.

Topluma karşı kullanılan taktikler, buna içeren bireyler kadar çoktur, ama hepsi sosyal kontrol ve koşullandırmanın altını kazıma ve bireyin arzularını ve tutkularını kurtarma amacını paylaşırlar. Keyfin ve neşenin önceden belirlenememesi esastır ve Dionisyan kaosu çağrıştırır. Onların oyuncakları haline getirerek, onların başını döndüren topluma faydalarının altını kazıyan yollardaki sosyal rollerle oynamak değerli bir pratiktir. Ama daha önemlisi, eşsiz arzu ve tutkularımızla, ona boyun eğmeme, ya da etkinliklerimizi onun çerçevesinde yapmama, kendi koşullarımızda hareket etme tutumumuzla toplumla karşı karşıya gelelim.

Toplum tarafsız bir güç değildir. Sosyal ilişkiler sadece gerçek istekleri, bireylerin arzu ve tutkularını bastırarak kendini mümkün kılar. Toplum bireyin değer kullanımına ve serbest oyunun çalışmaya dönüştürülmesi ve evcilleştirilmesidir. Kendi evcilleşmelerini reddeden ve buna direnen bireyler arasındaki özgür bağlantılar tüm toplumun altını kazır ve tüm olabilirlikleri açar. Ve özgürlüğü sadece sosyal bir devrimle elde edeceğini hisseden herkese Renzo Navatore’nın şu sözleri uygundur:

"Devrim için mi bekliyorsunuz? Olmasına izin ver! Kendim çok önceden başladım bile! Ne zaman hazır olacaksın...bir süreliğine seninle birlikte gitmeyi umursamıyorum. Ama ne zaman durursan, ben hiçbir şeyin yüce ve ulu fethine doğru çılgın ve utkulu yoluma devam edeceğim!"