LİBERAL
CEPHENİN ANATOMİSİ: İDEOLOJİYİ İSYANIN ÖNÜNE KOYMAK
Trajik
Geçmiş ve İmkansız Gelecek arasında anarşizm Şimdi’den mahrum kalmış
görünüyor-sanki kendine şimdi ve burada, GERÇEK ARZULARIM NELER’i sormaktan
korkar gibi ve de ‘’iş işten geçmeden ne yapabilirimi’’…Evet,meşum bakışlı bir
büyücüyle karşı karşıya kaldığınızı düşünün ve size soruyor ‘’ Gerçek Arzun
Nedir?’’ Kem küm edip,kekeleyerek ideolojik basmakalıplara mı sığınırsınız? Hem
Hayal gücüne hem de İstenç’e sahip misiniz,bir yandan düşlerken bir yandan
cüret edebilir misiniz? ( Hakim Bey /Geçici Otonom Bölgeler, s.97)
Aptal
olmaktan kurtulmak için bizzat aptalların çaba göstermesi gerekir. (Alexander
Brener)
Kısa
bir süre önce “Türkiye’de Anarşizm” isimli bir kitap, liberal sol kimliğiyle
tanınan bir yayınevi tarafından piyasaya sürüldü. Söz konusu kitabın en dikkat
çeken yanı, ismiyle tezat oluştururcasına, anarşiyle, anarşist mücadeleyle
hiçbir somut bağı olmayan insanlardan
mürekkep bir kadroyu barındırması. “Türkiye’de Anarşizm”de anarşi adına
elini sıcak sudan soğuk suya sokmamış, yıkıcı bir mücadelenin öznesi olmayı
tahayyül bile edememiş pek çok insan mevcut: Aydın özentileri, pasifistler,
eylem kırıcıları, kimi ararsanız var. Bu kitapta yer alanlar bir noktada daha
ortaklaşıyorlar: Mücadeleyi farklı araç ve yöntemlerle yükseltmeye çalışan isyancı/eylemci
anarşistleri dedikodu, iftira ve
ihbarcılık faaliyetleriyle elemine etmeye çalışmakta.
Her şey
bir yana, bu çalışmanın alakasız biçimde, “Türkiye’deki mevcut anarşist eğilim
ve grupların tümünün yer aldığı bir kitap” şeklinde lanse edilmesi de ağır bir
gaf olarak ortada durmakta. Kumpaslar çevirerek, ahbap-çavuş ilişkilerine
dayanarak “tarih” yazmaya soyunan bir “eser”in ciddiye alınır bir yanı olmadığı
açık. Kitapta yer alan listede adı geçen grup veya kişilerin geliştirici bir
polemik için muhatap kabul edebileceğimiz samimiyete sahip olmadıkları da
malum. Bu bağlamda, okuduğunuz metnin asıl amacı, bu “değerli” kitabı tahlil
etmekten çok, bu kitap vesilesiyle, hem yaşadığımız topraklarda hem de küresel
kapsamda anarşist hareketin anaakım kolunu oluşturan liberal anarşistlerle,
isyankâr ve eylemci anarşistler arasındaki ayrım çizgilerini kalınlaştırmak ve
isyankâr anarşistlerin isyana pratik ve kavramsal manada ne gibi anlamlar
yüklediği hususunda küçük hatırlatmalar yapmaktır.
Devrimci sol gelenekten örgütlerde düzen
partileri ve cümle oportünist yapılara yönelik kullanılan bir motto vardır: “O
yapıları değerlendirirken hiçbirinin kendileri hakkında söylediklerine inanma;
yalandır, abartıdır. Ama birbirleri ve diğer oportünistler hakkında
söylediklerine mutlaka inan, genellikle doğrudur.” Bu geleneksel motto, kendine
anarşist sıfatını layık gören günümüzün modern liberalleri için de aynen geçerli.
Birbirinden niteliksel manada farkları
olmayan, isyancılar söz konusu olduğunda kısa sürede ittifak yapıp yekvücut
olabilmeleriyle tanınan bu liberal cephenin özneleri kendi aralarında
geliştirdikleri “tartışmalarda’’ (aşağıda örneklerini göstereceğimiz üzere )
zaman zaman, farkında olmadan, birbirlerinin maskelerini aralayacak
müdahalelerde bulunabiliyorlar.Tabii, tozu dumana boğdukları bu tartışmalar
esnasında, beraberce uçlarından tuttukları, hepsinin yan yana altında gizlendiği
konforlu örtüyü tam manasıyla kaldırmaya cesaret edemiyorlar elbette. Liberal
cephe nezdinde kardeş kardeş geçinmenin, “düzeyli” ilişki kurmanın asgari
şartı, birbirinin kuyruğuna sert biçimde basmamaktan geçiyor ne de olsa. Anlı
şanlı polemiklerin, “yüksek politika” gereği herkesin birbirine yaltaklanarak
sonlandırılması onlar için olmazsa olmaz bir kural. Dolayısıyla, hep birlikte
altında toplaştıkları konformizm örtüsünü bir miktar aralamak, gerçekleri hatırlatmak da biz isyankâr
anarşistlere düşüyor.
SOSYAL MERKEZCİLİK HASTALIĞI
Kitapta
ağırlıkla, anarşizmi, anarşist kimliğini yaşadığımız topraklarda mücadele
kaçkınlığına, neo-hippiliğe, pasifist lafazanlığa içkin kılan Kara Dergisi ve
Kaos Yayınları çizgisinden insanlarla konuşulmuş. Gün Zileli gibi bu coğrafyada
militan anarşist hareketin nüvelenmesine barikat olabilmek için canını dişine
takan eski Aydınlıkçıları ve vakti zamanında anarşistlerden yediği dayağın
üzerine siyasi kariyer inşa eden Yavuz Atan gibi ticaret erbablarını bir tarafa
bırakalım ve anarşist örgütlenmenin beşbenzemezin sosyal merkezlerde toplanmasıyla
gerçekleşeceğine inanan “sosyal ortam anarşistlerine” bağlanalım.
Bunların en meşhurlarından Kaos Yayınları’nın yayın
dünyasında var olduğundan beri, şiddet karşıtı-pasifist bir çizgiyi benimsediği,
anarşist hareketin mücadeleci tarihini yok saydığı, anarşiyi salt bir
ideolojiye, pratiğe dönüşmeyen düşünsel tartışmalara indirgeyerek anarşiye
içkin yıkıcı enerjinin sönümlenmesine hizmet ettiği biliniyor. Söz konusu
kitapta, Kaos Yayınları adına görüşlerini belirten Gazi Bertal da, bu “şanlı”
geleneği istikrarlı biçimde sürdüren bir isim. Kendisi, Kürtlere/Kürt
hareketine takip etmeleri gereken rota hakkında öğütler vermeye, anarşistlerin tümüne “uygarlık karşıtı”
inciler sıralamaya devam ediyor.
Bu kadarla yetinse iyi, Gazi Bertal’a Türkiye’nin
“anarşistlerini” ehlileştirmek için çaba sarf etmek yetmemiş olacak ki, güzide
eleştirilerini küresel boyuta taşıyor ve Avrupa’ya uzanıyor: “Avrupalı ve Amerikalı anarşistlerin bizim
çok gerimizde şeylerle uğraştığını fark ettik mesela. Sanayileşme, kalkınma,
refah için mücadele gibi konularda, kısacası demokrasi mücadelesi alanında
neredeyse sosyalistlerle aynı şeyleri düşündüklerini fark ettik.” (Gazi
Bertal, s. 187) “Avrupalı anarşist arkadaşlarımız sanayileşme mantığını çok
da derinlemesine incelememişler. Teknoloji meselesinden neredeyse bihaberler.”
(Gazi Bertal, s. 188)
Anarşist mücadele için kılını kıpırdatmamış, mücadeleye emek harcayanlara çamur
atmaktan başka bir şeyle meşgul olmamış Bertal gibi şahısların oturup sağa sola
akıl satmasının komikliği bir tarafa, Bertal ve yayınevi şürekâsının sanki
sanayileşme ve teknoloji karşıtı fikirleri Avrupalı\Amerikalı anarşist
yazarlardan öğrenmeyip kendileri icat etmişçesine atıp tutması da ekstra
takdire şayan! Güney Avrupa topraklarında tekno-endüstriyel sistemin karşısına
bağımsız, doğrudan eylemlilikleriyle dikilmiş,Yunanistan örneğinde olduğu gibi
sistemin kolonlarını sarsacak kadar etki yaratmış isyankâr anarşistlere de yönelen
bu kara cahil sayıklamalara diyecek tek bir şeyimiz var: Çıkardığınız o “Anarşist”
gazetesini, tüm içeriğiyle Yunanca’ya çevirip oraya yollayın, belki eylemlerde
barikatları tutuşturmak için kullanırlar da, dergi bir işe yaramış olur!
Ama Gazi’nin salvoları bununla biter mi?
Bitmiyor: “Uygarlık karşıtı bir anarşistin, işçi sınıfının en ufak bir
eylemini duyduğunda ona koşması, işçi sınıfının mücadelesi içinde yer alması,
onu önemsemesi, söylediği şeylerle uyumlu değil ki…”
(Gazi Bertal, s. 189)
Gazi
Bertal, herhalde bastıkları Zerzan kitaplarından çok etkilenmiş olacak ki, uygarlık
kendi kendine çökecek, sonra da doğanın çiçekli bahçesinde sevgi, barış, kardeşlik
içinde yaşayacağız yanılsamasına kapılmış. Aksi takdirde, her fırsatta şiddet
karşıtı olduğunu beyan eden Bertal ve Kaos Yayınları’nın primitivizmi sahiplenmeleri
biraz tuhaf kaçardı. Bu noktada neo-hippiliğin çağdaş bir versiyonu olarak
uygarlık karşıtı kimliğini kullanan Zerzan ve çevresiyle, yıkım dürtüsüyle
eyleme geçen Ted Kaczynski (Unabomber) arasındaki doğanın dengesine, doğada var
olmaya dair ontolojik farklılıkların önemini tekrar hatırlatalım. Zerzan,
uygarlığın kendi sonunu hazırlayıp yok olacağını, ardından dünyanın kol kola
halaylar çekilecek bir sevgi bahçesine dönüşeceği masalını anlatırken; Ted,
vahşi doğada ayakta kalabilmek için güçlü olmak gerektiğini, doğaya hümanist
yakıştırmalarda bulunmanın insanmerkezci bir sersemliğe tekabül ettiğini ifade
etmiştir.
Doğal olarak, Bertal gibilerin Ted’e kulak
vermek gibi bir kaygıları yok, aksine onu unutturmak fazlasıyla işlerine
geliyor. Tekno-endüstriyel
sistemin baskıcı yapısıyla yayınevi işleterek, pasifist terminoloji
çerçevesinde vaazlar vererek mücadele edilemeyeceğini aslında bal gibi biliyor
Gazi Bertal. Ama bu gerçeği itiraf ettiğinde kendi misyonunun hesabını
veremeyeceğini de biliyor. Her dakika baskısını hissettiğimiz tekno-endüstriyel
sistemi fırsat bulduğumuz her an sabote etmeyi hedefleyerek isyanımızı var
edebileceğimiz hususunu o nedenle görmezden geliyor.
Kameralar
nereye yönelirse orada bitmeyi yaşam felsefesi haline getirmiş bir diğer sosyal
merkezci pasifist de şöyle buyuruyor: “Anarşizm, devrimci mücadeleden uzaklaşmaya
çalışan ‘ex’ devrimcilerin bir sığınağı haline gelmeye başladı.”
(Umut Kara, s. 262) “Çoğu anarşist,
devlete meydana okuyan, devlet tarafından sürekli baskı altına alınan, belirli
bedelleri göze alan gruplara katılmaz.” (Umut Kara, s. 267) Kitaptan alıntıladığımız
bu satırlar, liberaller tarafından liberallere yöneltilen sahte eleştirilerin
en güzide örneklerinden. Bu eleştirileri dile getiren şahsın bırakın sol
mücadele geçmişine sahip olmayı, anarşi adına taş üstüne taş koymaktan bile
imtina ettiği, çekindiğini göz önüne aldığımızda, bu cümlelerin de sade suya
tirit lafazanlıktan başka bir anlam taşımadığı açık. Bol keseden atmayı, boyunu
posunu aşan laflar sarf etmeyi, dedikoduculuğu marifet sanan Kara’ya, yol
yakınken, henüz yaşı da gençken anarşi(zm) yerine, şöhret hevesini tatmin edeceği başka mecralar
önermekten başka elimizden bir şey gelmez.
Bu lafızların arkasındaki gerçeğe
odaklandığımızda, Kaos Yayınları’nın ve sık sık ittifak yaptıkları İtaatsiz.org
ekibinin, devrimci mücadeleyi yürütecek manevi motivasyonu yitirince sol
saflardan kopmuş, pasifist jargonla “anarşist” kimliğini benimsemiş şahıslardan
oluştuğunu görüyoruz. İşin tuhaf yanı, o
ekiplere sert eleştiriler yönelten Umut Kara vb.’lerinin siyasal geçmişlerinin
onlardan niteliksel açıdan hiçbir farkı yok. Kitap sayfalarında birbiri hakkında
ağır cümleler sarf eden şahısların tümü yıllardır sosyal merkezcilikte,
dernekçilikte, sol güçlerin düzenlediği mitinglerde kara bayrak sallayarak
kendini tatmin edip günü kurtarmakta ortaklaşıyorlar. Ayrıca, hayatında kendini zora sokacak bir kavgaya soyunmamış bir insanın oturup diğer “anarşistleri” bedel ödemekten
korkmakla itham etmesi de ziyadesiyle ironik. Bu hususta birbirlerine alkış
tutmaları icap ederken küfretmeleri hayret verici!
Bol keseden atan bu zat-ı muhteremin
röportajının altında yer alan Yeryüzüne Özgürlük Derneği manifestosunun “anarşizm”le ilgili bir kitapta neden yer
aldığı da anlaşılmıyor. Herkesin, oturduğu yerden her sıfatı kolayca
sahiplenebildiği bir sosyal ortamda, Haytap gibi hayvan katliamcılarına plaket
veren derneklerle ya da Cihangirli yaşlı kediseverlerle legal eylemlerde pankart
açmak dışında hiçbir eylemliliği mevcut olmayan bu derneğin üyelerinin Hayvan
Kurtuluşu perspektifini sahipleniyor gözükmeleri de tam manasıyla ikiyüzlülük. Bizim
nezdimizde, bu insanların sağlıklı yaşam saikiyle vejetaryen olan burjuvalardan
hiçbir farkları yok. Hayvan Kurtuluşu’nu hedeflemek, bu doğrultuda etik bir
duruş olarak vejetaryenliği\veganlığı benimsemek ve hayvanları özgürleştirmek
gayesiyle doğrudan eyleme geçmektir. Başkalarının yaptığı eylemlerin
haberlerini dolaşıma sokmak dışında tek bir eyleme bile yeltenmemiş Yeryüzüne
Özgürlük Derneği gibi ismi var kendi yok grupların değil anarşiye, Hayvan
Kurtuluşu davasına da herhangi bir katkısı yoktur.
Kitapta görüşlerine yer verilen Kürşad
Kızıltuğ, Rahmi Öğdül gibi yarı aydınlar
ise, her zaman olduğu gibi, taş atıp kollarını yormaktan bilinçli biçimde
imtina ederek, farklı toplumsal grup ve öznelerin verdiği/ vermekte olduğu
mücadelenin kazanımlarının üstüne konma kaygısıyla konuşuyor da konuşuyorlar. “Birileri
bizi muhatap alsın da dinlesin,” hezeyanları, onları dün ak dediklerine bugün
bok der hale getirmiş, ne gam! Onların içi boş,baştan aşağı retorikten ibaret
cümlelerini okumasanız da bir şey kaybetmezseniz; aksine çok şey kazanacağınız
garanti.
Bu
tür liberal aydın özentilerinin anlamadığı esas nokta, nihilist isyanın
öznelerinin hiçbir kurum veya kişiden herhangi bir şey talep etmedikleri,
saldırıya geçmek için uygun koşulları beklemedikleri, kendileri için var olmayı
tercih ettikleri. İsyankâr anarşistler, yeni bir toplumsal düzen yaratmayı
hedeflemezler; yıkıcı iradenin gücünü kendi hayatlarında ve ayaklarını
bastıkları her karış toprakta var etmek için savaşırlar. Öfkelilerin,
baldırıçıplakların, uyumsuzların, toplumsal hiyerarşi piramidinin dışında
kalmayı seçenlerin görkemli başkaldırısını coşkuyla savunurlar. “Çünkü savaş, görünümlerinin çok ötesinde
zaferler kazanmayı başarabilen bir süreçtir’’
(Jean Baudrillard, Simülakrlar ve
Simülasyon, s.66)
MADALYONUNUN İKİ YÜZÜ: QIJIKA REŞ ve İTAATSİZ.ORG
Aynalar nesneleri tersine çevirir, ama
onların temel özelliklerini değiştirmez. Aynanın iki yüzünde konumlanan özneler
arasındaki farkları abartmak, nüanslar üzerinden gelişen tartışmaları ciddi bir
ayrıma tekabül ediyor sanmak da bu yüzden hatalıdır. Bu duruma somut örnek
oluşturan Qıjıka Reş dergisi ve İtaatsiz.org web sitesi de, esas olarak
birbirlerinin aynadaki yansımalarından ibaret iki düşman kardeş. Aynı liberal
çizgiyi, birbirine ters bir hattan takip eden bu iki ekip, esasında aynı kulvarda,
aynı araçlarla yol almayı benimser. Kürt hareketinin hapishanelerde başlattığı açlık grevleri vesilesiyle yaşanan
son tartışmalar sırasında görüldüğü üzere, her iki ekip de gelişmeleri aynı
makro-politik eksende yorumlar, arkasında duramayacakları cümlelerle reel
politika yapar.
Deleuze, kendisiyle yapılan bir röportajda
Foucault için, “Sizin bize öğrettiğiniz bir
şey varsa, o da başkaları adına konuşmanın onursuzluğudur”, diyordu. Kürt
özgürlük hareketinin eylemleri düzleminde, İtaatsizler ve Kaos Yayınları, mücadelesi
için ölmeyi göze alan militanlara oturdukları yerden akıl verme hakkını
kendilerinde görerek; Qıjıka Reş ve çevresi de öznesi olmadıkları bir mücadelenin
kazanımlarını, sanki bu mücadeleye somut bir katkıları varmış gibi sahiplenerek
aynı duruşu sergilemişlerdir. Liberallerin iktidar savaşına girdikleri anlarda
birbirleri hakkında söylediklerinde haklılık payı olması durumuna bu örnekte
bir kez daha rastlıyoruz. Dolayısıyla, Qıjıka Reş’in İtaatsizler’in egemenlerin
diliyle eleştiri ürettiğini saptaması gibi, İtaatsizler’in Qıjıka Reş’e
yönelttiği pragmatizm ve PKK kuyrukçuluğu eleştirileri de doğrudur.
İtaatsizler, harcıâlem sevgi , barış, şiddet karşıtlığı söylemleriyle, anarşizm
kisvesiyle İslam sosuna bulanmış bir neo-hippiliği kendilerine güzergâh olarak
seçmiş bir ekip. Onların pasifizmi bile “kendine özgü”. Esasında pasifizm basit
bir yaklaşımla eylemsizlik anlamına gelmez, dünyanın pek çok köşesinde
pasifistler şiddet içermeyen eylemler organize eder, sarsıcı ve şok edici çıkışlar
yapmaya çalışırlar. Biz, şiddeti tamamen dışlayan bir eylemselliği özgürlük mücadelesi
için faydalı bulmasak da, kendilerine pasifist diyen İtaatsizler ekibinin basın
açıklamalarına koşturmaktan öteye geçemediğini, küresel pasifistler gibi şiddet
içermeyen, yaratıcı eylemler yapacak asgari cesarete bile sahip olmadıklarını
da not düşmek isteriz. Mısır’daki
anarşistler Müslüman Kardeşler’in bürosunu basarken, bu topraklarda İtaatsizler
gibi grupların hâlâ İslam anarşizmi vb.
safsatalarla meşgul olması da yaşadığımız topraklardaki anarşist hareketin
hal-i pürmealini yansıtıyor zaten.
Qıjıka Reş dergisi etrafında kümelenen
ekip ise, birkaç sene önce PKK’ye sert
eleştiriler savurarak “politika” sahnesine çıkmıştı. Şimdi kanlı bıçaklı
oldukları Kaos Yayınları, İtaatsizler vb. pasifist grupların kanatları altında
gelişip serpilen Qıjıka Reş, PKK’nin otoriter yapısıyla Kürt halkının isyan
dinamikleri üzerine ipotek kurduğundan bahsediyordu, o günlerde. Ancak bu
dergi, böylesi bir söylemle liberal Türk çevrelerinden arzu ettiği manevi
desteği alamadı. Kısa bir süre zarfında da Kürt özgürlük hareketinin asli
özneleri tarafından hizaya getirildi. Bu nedenle, şu anda kendi kurdukları
cümleleri yadsımak pahasına, PKK’nin taktik adımlarında anarşizm nüvesi bulmaya
çalışmaktan nereye eğilip büküleceklerini şaşırmış durumdalar. Öyle hızlı bir
“dönüşüm” yaşadılar ki, ilk çıkışlarını PKK’yi “militarist” olarak tanımlayarak
yapan bu dergi çevresi, şimdi bu örgütü Ortadoğu coğrafyasının en büyük
“anti-militarist” oluşumu olarak nitelemekte sakınca görmüyor. Hafıza-i beşer
nisyanla maluldur, diye boşuna denmemiş! (PKK’ye dönük Deleuzyen göçebe savaş
makinesi yakıştırmasını ise ciddiye alınabilir bir iddia olarak bile
görmüyoruz. Bu denli büyük akıl tutulmasını yorumlamak bu yazının sınırlarını aşar.)
Günümüzde “direniş”, “mücadele” vb. büyük
anlamlar atfedilen kavramlar ve bu kavramlar ekseninde geliştirilen
etkinlikler, Büyük Gösteri’nin kapsama alanı içinde oynanan bir oyuna tekabül
ediyor. Tekno-endüstriyel sistemi tehdit etmeyen her “mücadele”, Büyük Gösteri’yi
yeniden üretmek ve bir direniş simülasyonu yaratmaktan öteye varmıyor.
Tüketim endüstrisinin ekonomik metalara
yüklediği kavramsal değerle, Qıjıka Reş gibi kimlik politikasını liberal
temelde sahiplenen yayınların anlam dünyaları ortak. Özgür varoluşunu
gerçekleştiremeyen, kendi mücadelesinin öznesi olamayan bu dergi çevresi, “anormal
bir temsil ihtiyacı’’ hissetmekte, bu ihtiyacı da reel Kürt hareketine
eklemlenerek gidermekte, bu hareketten aparttığı fikirleri çocuksu bir
taklitçilikle anarşistlere pazarlamaya çalışmakta. İş öylesine patolojik
boyutlara uzanıyor ki, “Bakunin yaşasaydı Kürdistan’da barikatlarda dövüşüyor
olurdu,” biçiminde ifadeler kullanan bu ekipten insanlara, “neden sen rahat
evinde oturuyorsun da, Kürt hareketinin kurduğu barikatlarda dövüşmüyorsun?”
diye soran bile kalmamış!
Günümüzde pasiflik ve edilgenlik
kendilerine anarşist diyenler arasında öylesine güçlü kök saldı ki, kimse
kimseyi sözüne sahip çıkmamaktan ötürü eleştiremiyor! Bu ahvalde, Qıjika Reş
dergisinin anarşistleri BDP’ye oy vermeye çağırması bile “radikal” bir politik
tutum olarak algılanabiliyor.
Qıjıka Reş dergisinin Kürdistan özelinde
dolaşıma soktuğu kimlik politikasından rant sağlamayı amaçlayan birileri de var
tabii ki. Metropol üniversitelerinde üslenmiş eski post-anarşist, yeni liberter
komünist, kerameti kendinden menkul yarı aydınlar, Qıjıka Reş dergisi
öznelerine “ideolojik önderlik”yapma planları kuruyorlar; onları güncel
teorilerle besleme görevini üstlenmekten, İstanbul gibi büyük şehirlerde onların
üzerinden muhatap alınabilmekten mutlu oluyorlar. Bu Türk yarı-aydınları, mutlak şiddet karşıtlığını
eleştiren birkaç cümle sarf etmenin kendilerini liberal olmaktan çıkaracağını
sanıyor. Velhasıl, Bookchin’in miyadı dolmuş tezlerinde cevher arayıp, bol
keseden atıp tutacakları panel salonlarına koşturmaktan ibaret bir “anarşi”
cümlesinin arzuladığı...
LİBERALİZMLE SAVAŞ
Max Stirner liberalizmi üçe ayırır: 1) Siyasal liberalizm 2) Toplumsal
liberalizm(komünizm) 3) İnsani liberalizm(hümanizm). Bu çerçevede politik
şiddeti onaylıyor olmak, birinin liberal olmayacağı anlamına gelmediği gibi toplumsal
dönüşüm talep eden her düşünce, adına ister liberter komünizm, ister otonomizm
densin özünde reformisttir, liberaldir.
"Toplumu dönüştürmek için verilen
mücadele her zaman iktidar için verilen bir mücadeledir, çünkü amacı toplum
dediğimiz ilişkilerin sistemi üzerinde kontrolü ele geçirmektir (bu sistem
şimdi genellikle her hangi birinin kontrolünün ötesinde olduğundan beri
gerçekçi olmadığını gördüğüm bir amaç). Aslında, bu bireysel bir mücadele
olamaz. Bu kitle veya sınıf etkinliğini gerektirir. Bireylerin, sosyal dönüşümün ‘daha
büyük’ amacına uygun düşmeyen bireysel arzuları bastıran bu mücadelede sosyal
varlıklar olarak kendilerini tanımlamaları gerekir.Toplumu ortadan kaldırma
mücadelesi ise iktidarı ortadan kaldırma mücadelesidir. Bu asıl olarak bireyin
sosyal rollerden ve kurallardan özgür yaşamak, arzularını tutkuyla yaşamak,
hayal edebildikleri en olağanüstü şeylerin her birini yaşamak için verdiği
mücadeledir. Grup projeleri ve mücadeleleri bunun bir parçasıdır, ama onlar,
bireylerin arzularının birbirini yükseltebildiği biçimlerden yetişir ve onlar
bireyleri bastırmaya başladığında çözülecektir. Bu mücadelenin yolu
ayrıntılarıyla planlanamaz çünkü ana ilkesi, özgür ruhlu bireyin arzuları ile
toplumun istekleri arasındaki karşı karşıya geliştir."
(Feral Faun, Sosyal Dönüşüm veya Toplumun
Ortadan Kaldırılması)
Sonuç
olarak tekrar vurguluyoruz; panel salonlarında
liberal kamuoyuna seslenmek, yasal mitinglerde kara bayrak sallamak sizi
radikal bir mücadelenin öznesi kılmaz. Şiddeti sözde onaylayıp, hiçbir şiddet eylemine
girişmemek, girişenler hakkında dedikodu kazanları kaynatmak sizi olsa olsa
sivil toplumculuk kulvarına savurur. Teori akademik bir uğraş değildir; yıkıcı
teori ancak ve ancak yıkıcı eylemle rezonans halinde gelişebilir.
“Teorinin tamamen farklı bir
yorumu da vardır: Bir yıkım aracı olarak, devrimci bir silah olarak teori. Bu
kavram, analizi eylemden ayırmaz, ikisini de size baskı uygulayan her şeye
karşı daimi bir mücadele olarak düşünür. Bu teoriyi yazan insanlar mevcut
topluma meydan okuma, saldırma, onunla çatışma ile doğrudan ilgilidirler.
Radikal teorinin konusu budur. Düşündükleriniz ile yaptıklarınız arasında bir
fark olmaması gerektiğine işaret eder ve yaptıklarınız zorunlu olarak her tür
kanun ve düzenin ötesindedir.’’(Alexander Brener, Barbara Schurz/ Radikal Teori: 20,
Pencere Kırıldı ve Tüm Hapishaneler Yok Edildi)
Biz İsyankâr Anarşistler, özet
olarak aktardığımız bu liberal komedi piyesinde rol almayı reddediyor ve
söylediğimizi yapma, yaptığımızı savunma ilkesiyle ilk günkü cümlelerimizle
sesleniyoruz herkese: ”Artık bu işleyişe
UYUMSUZLUĞUMUZU haykırmanın zamanı geldi. Adımımızı attığımız her yere
taşınacak uyumsuzluğun, uymamanın enerjisiyle var olanı bozmanın ve bozulanın
yol açtığı parçalanmayla kazanılan özgürlükçü alanların ihtiyacı artık aciliyet
arzediyor. Sistemi görünür kılan herşey uymama ve bozma eylemlerinin hedefidir.
Uyumsuzluğumuzu ifade ederken bir merkeze, örgüte, talimata, dergiye, akıl
veren otoritelere ihtiyacımız yok! Uymama iradesini sahiplenen her birey, kendi
durduğu yerden bu tavrını işler kılabilir. İşyerinde patronlara, okulda
yönetime/ öğretmenlere, sokakta hiyerarşi figürlerine, bir bütün olarak
sistemin tüm kayışlarına karşı doğrudan tepkileri göstermenin sayısız yollarından
hayal gücünü silah olarak kullanarak yürünebilir." (Uyumsuzlar Fraksiyonu/ Uyumsuzlara Çağrı)
İSYAN, EYLEM, ANARŞİ!
- UYUMSUZLAR FRAKSİYONU-