1 Nisan 2013 Pazartesi

MAYMUN DÜŞÜNÜR, MAYMUN YAPAR



 CHUCK PALAHNIUK



Geçen yaz bir kitapçıda genç bir çocuk beni kenara çekip, Dövüş Kulübü’nde yemekleri pisleten garsonlardan bahsettiğim kısmı çok sevdiğini söyledi. Kitabını imzalamamı istedi ve beş yıldızlı bir restoranda çalıştığını, ünlülerin yemeklerine neler neler kattıklarını anlattı.

“Margaret Thatcher” dedi, “benim spermimi yedi.” Elini havaya kaldırdı, parmaklarını açtı ve “En az beş kez” diye ekledi. 

O romanı yazarken, porno filmlerden tek tek sahneler alıp toplayan ve bunlardan slaytlar hazırlayan bir makinistle tanışmıştım. İnsanlara bu sahneleri “Genel İzleyici” sınıflandırmasına giren aile filmlerine eklemekten bahsettiğimde, “Yapma, sakın böyle bir şey yazma”dediler. “İnsanlar bunu okur ve yapmaya başlarlar...”
Daha sonra, Dövüş Kulübü filme çekilirken Hollywood’daki bazı büyük isimler kitabın hedefi tam on ikiden vurduğunu zira kendilerinin de birer yeniyetme kızgın makinistken filmlere porno kareler eklediklerini söylediler. Ve çeşitli insanlar, fast food restoranlarda çalışırken hamburgerlerin içine sümkürdüklerinden bahsettiler. Kozmetik mağazalarında saç boyası kutularını değiştirip, sarıyı siyahın, kızılı kahverenginin içine koyduklarından ve kızgın, tuhaf saçlı insanların mağaza müdürüne bağırışlarını keyifle izlediklerinden... Bu bahsettiğim dönem, Amerikan Sapığı’yla başlayıp, Trainspotting ve Dövüş Kulübü’yle devam eden “yıkıcı romanlar” dönemiydi. Bunlar, yaşadıklarını hissetmek için her şeyi denemeye hazır, sıkılmış, kötü çocuklara dair romanlardı. İnsanların bana anlattığı her şeyi kitaplaştırıp, satabilirdim.

Her kitap turnesinde insanlar bana, uçakta acil çıkış kapısının önündeki koltuğa oturduklarında, uçuş boyunca o kapıyı açmamak için nasıl mücadele verdiklerini anlattılar. Uçaktaki hava dışarı boşalır, oksijen maskeleri düşer, çığlık çığlığa bir kaos başgösterir ve “İmdat! İmdat!”, acil durum inişi... Her şey bu kadar açık ve nettir. O kapı beni açın diye yalvarır adeta.

Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard korkuyu, bu sizi yok edecek olsa bile özgür olduğunuzu ispatlamak için yapmanız gereken şeyin bilgisi olarak tanımlıyor. Buna örnek olarak, Cennet Bahçesi’nde Tanrı kendisine Bilgi Ağacı’nı gösterip, “Bu ağacın meyvesini yeme” diyene kadar mutlu ve halinden memnun yaşayan Âdem’i gösteriyor. Âdem o andan itibaren özgür değildir. Bu onu mahvedecek olsa bile özgürlüğünü ispatlamak için ihlal edebileceği, ihlal etmesi gereken bir kural vardır. Kierkegaard bir şeyi yapmamız yasaklandığı anda, bu şeyi yapacağımızı söylüyor. Bu kaçınılmazdır.

Maymun düşünür, maymun yapar.

Kierkegaard’a göre, yasaların hayatını kontrol etmesine izin veren, mümkünün yasadışı olduğu için namümkün olduğunu söyleyen kişi hakiki bir hayat sürmemektedir. 

Portland, Oregon’da birileri tenis toplarını kibrit başlarıyla doldurup, bantla kapatıyor. Topları sokağın ortasına bırakıyorlar. Bulan kişi bir tekme attığında ya da tutup fırlattığında toplar patlıyor. Şimdiye kadar bir adam ayağını, bir köpek de kafasını kaybetti.

Graffiticiler dükkân ve araba camlarına yazı yazmak için asitli cam gravürü macunları kullanıyorlar. Banliyödeki Tigard Lisesi’nde kimliği belirsiz bir yeniyetme, kakasını erkekler tuvaletinin duvarlarına sürüyor. Okulda “Una-Kakacı” olarak biliniyor. Hiç kimsenin ondan bahsetmesi istenmiyor, çünkü okul yönetimi taklitçilerinin türemesinden korkuyor.

Kierkegaard’ın söyleyeceği gibi, ne zaman bir şeyin mümkün olduğunu görsek, o şeyi gerçekleştiririz. Kaçınılmaz hale getiririz. Stephen King, akranlarını öldüren liseli kaybedenler hakkında yazana kadar okul cinayetleri bilinmiyordu. Carrie ve Rage, bunu kaçınılmaz hale mi getirdi?

Kurtuluş Günü filminde Empire State Binası’nın yıkılmasını seyretmek için milyonlarcamız gidip bilet aldık. Savunma Bakanlığı, terörist saldırı senaryolarına dair beyin fırtınası yapmaları için, Dövüş Kulübü’nde Century City gökdelenini çökerten David Fincher da dahil Hollywood’daki en yaratıcı insanları işe aldı. Olası bütün saldırı şekillerini bilmek istiyoruz ki hazırlıklı olabilelim.

Unabomber Ted Kaczynski yüzünden, postane memurunun kontrolünden geçmeden paket gönderemiyorsunuz. Otobanlara bowling topları atan insanlar yüzünden otoban üstgeçitlerinin etrafında tel örgü var.

Bütün bunlar, sanki kendimizi her şeyden koruyabilirmişiz gibi verdiğimiz tepkiler...

Babamı öldürmekten hüküm giyen Dale Shackleford geçen yaz şöyle dedi: “Hey, devlet onu ölüm cezasına çarptırabilirdi; ama Kaczynski ve beyaz ırkın üstünlüğüne inanan arkadaşları bir sürü anthrax bombası yapıp, bunları Spokane, Washington civarına gömdüler. Eğer devlet onu öldürseydi, günün birinde bir iş makinesi gömülmüş bombalardan birini parçalayacak ve on binlerce insan ölecekti.” Kovuşturma ekibindekiler kendi aralarında bu tip açıklamalara “Shackle-Freudyen yalan” demeye başladılar.

Evet, işte karşımızda hayatımızı yaşamamamız için milyonlarca sebep var. Başarılı olma ihtimalinizi inkâr edip, suçu başkasının üzerine atabilirsiniz. Her şeye, Margaret  Thatcher’a, mülk sahiplerine, o kapıyı uçuşun orta yerinde açma dürtüsüne... –mış gibi yaptığınız her şey sizi yatıştırır. Kierkegaard’ın bahsettiği hakiki-olmayan hayatı yaşayabilirsiniz. Ya da Kierkegaard’ın İnanç Sıçraması dediği şeye ulaşabilir ve koşullara bir tepki olarak yaşamayı bırakıp, olması gerektiğini söylediğiniz şeyi destekleyen bir güç olarak yaşayabilirsiniz.
Evet, işte karşımızda devam etmek için milyonlarca sebep!

Bizden çıkan şey ise katartik bir yıkıcı roman.

Thelma ve Louise gibi filmleri izleyenlerin; The Monkey Wrench Gang gibi kitapları okuyanların hem anlayıp hem kahkaha atması pek olası değil. Hadi şimdilik, en kötü düşmanımız kendimiz değilmişiz gibi davranalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder