18 Mayıs 2011 Çarşamba

YAŞANAN TARTIŞMALAR ÜZERİNE NOTLAR


UYUMSUZLAR FRAKSİYONU

Anarşistler arasındaki ilişkiler üzerine yıllardır yazılıp çiziliyor, çeşit çeşit teoriler üretiliyor. Hatta, öyle ki, yaşadığımız topraklarda anarşist sıfatını kullanan grup ve kişilerin faaliyetlerinin büyük bir bölümü bu tür ilişkilerin normlarını belirleme çabasından müteşekkil, bile diyebiliriz. Devlete, otoriter kurumlara, hiyerarşinin her çeşit versiyonuna karşı aktif mücadele etmek, bu uğurda bağımsız eylemini organize etmek söz konusu olduğunda ismini, cismini duymadığımız, varlığından habersiz olduğumuz birçok çevre, sıra “anarşistler arasındaki ilişkiler” meselesine geldiğinde sayfalar dolusu veciz fikirlerini ortalığa saçmaktan imtina etmiyor. Sol gelenekte adı trafik polisliği olarak konulan bir pozisyon günümüzde anaakım anarşistler arasında giderek güç kazanıyor.

Bu girizgâhı yapmamız, son günlerde eşit uzaklıkta olduğumuz bazı anarşist çevrelerin kendi arasında sürdürdüğü “şiddet” temalı tartışmalara ilişkin duruşumuza dair kısaca bilgi vermek zorunluluğundan. İstanbul’da gerçekleşen 1 Mayıs mitinginde yaşanan küçük çaplı birtakım tartışmaların günlerdir liberter ortamların temel malzemesi kılınması, zıtlaşan tarafların kendi argümanları düzleminde olaya dair çarşaf çarşaf açıklamaları üzerine, muhatap olduğumuz dostlarımız bu somut durum hakkında genelde İsyancı Anarşistlerin, özelde Uyumsuzlar Fraksiyonu’nun tutumunu öğrenme taleplerini sundular. Bu nedenle, muhataplık ilişkisi kurmadığımız iki taraf arasında gerçekleşen somut ihtilaf üzerine uzun boylu yorumlar yapmayı arzu etmememize rağmen, mevzunun “anarşistler arasındaki ilişkiler” ve “şiddet” dolayımına uzanan yanlarına dair birkaç satır yazmak zorunda kalıyoruz.

En başta, ayrı ayrı öznelerden dinlediğimiz yaşanan somut olayda her iki tarafı da kendi nezdimizde haklı addetmediğimizi, iki tarafın da destekleyeceğimiz bir duruşa sahip olmadıklarını belirtelim. Büyük Gösteri’nin suni muhalefet arenasına katılmayı reddeden, varoluşsal öfkesini kendi özgücüyle, randevusuz ve bağımsız eylemlerle pratiğe dökmeyi seçen İsyancı Anarşistler olarak 1 Mayıs karnavallarına iradi olarak katılmamaktayız bilindiği üzere. O zeminlerin isyana dair herhangi bir kazanımı olmadığını yıllardır açık açık ifade ediyoruz ve somut durum her seferinde yaptığımız tespitleri bir kez daha doğruluyor. Sosyal merkezcilik anlayışı temelinde kitlelerin arasında propagandif saiklerle kortej oluşturmak, bayrak sallamak bizim onayladığımız bir “eylem” biçimine denk düşmüyor. Dolayısıyla, varlığını, örgütlülüğünü böylesi zeminler üzerinden kurmaya emek harcayanların kendi aralarında girdikleri görünürlük kavgasına taraf değiliz. Yaşanan olayın basitliğine rağmen, ısrarla meselenin abartılmasını, koca koca laflarla fırtınalar kopartılıp, tecrit kampanyaları açılmasını da doğru bulmuyoruz.

Bu topraklarda anarşist sıfatını kullanan güçlerin zorunlu olarak birarada durması, birbirleriyle mecburi bir yoldaşlık ilişkisi kurmasının saçmalığını defalarca belirttik. Nasıl ki, sol gelenek içindeki mevcut eğilimler, gelişmelerine paralel olarak kendi modelleri doğrultusunda Maocu, gerillacı, Sovyetçi vb.ideolojik/örgütsel referanslarla yol aldılarsa, bu tür bir ayrımın anarşistler arasında da bilfiil yaşandığını herkes kabul etmeli. Artık, dünyanın birçok köşesinde olduğu gibi burada da, genel çerçevede “anarşistler”tanımıyla anılacak bir güruh mevzubahis değil; bu topraklarda da anarşistler kümesi, anarşist komünistler, sendikalistler, dernekçiler, bireyciler, formel örgütlenme yanlıları ve enformel eylem grupları biçiminde derin bir ayrışma yaşadı/yaşıyor. Bu ayrışmanın, beş benzemez grup ve bireyin zorunluluk algıları nedeniyle yan yana durma külfetine son vermesi hasebiyle, ziyadesiyle hayırlı olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla, herkesin kendisiyle taban tabana zıt perspektiflere sahip ekipler arasında yıpratıcı tartışmalarla vakit ziyan etmektense, kendi benzerleriyle eylemesi için elverişli koşullar mevcut.

Bu koşullar dahilinde, 1 Mayıs mitinginde kendi örgütsel kortejini oluşturmuş, alanda iç disiplinine göre hareket etmeyi seçmiş DAF-LAF grubunun içine zorla istediği biçimde girmeye çalışan kişilerin neyi amaçladıklarını anlamıyoruz. DAF, kendisini içki karşıtı, örgütsel disiplin yanlısı bir grup olarak var etme hakkına sahiptir. Bu anlayışı doğru bulmayanlar, kendi benimsedikleri doğrular ekseninde kendi varoluşlarını inşa etmekle yükümlüdür. Kendi eylemini, kendisiyle benzer düşünenlerce gerçekleştirmeyi amaçlayanlara yönelik bir saldırı söz konusu olduğunda işin rengi farklıdır; beğenmediği, benimsemediği bir ekibin işleyişini sabote etmek için varlığını dayatanlara karşı yaptırım uygulandığında farklı. DAF’ın ilke olarak benimsediklerine itirazı olanlar, onlarla yan yana yürümek için çaba harcamaz, illa 1 Mayıs’ta yürümek gibi bir dertleri varsa kendi kortejini oluşturur. Öyle bir kortej oluşturulduğunda, DAF grubundan “sizin içkiyle yürümenize izin vermeyeceğiz” şeklinde bir saldırıya maruz kalırlarsa, bu kortejdekiler dayanışma gösterilmeyi hak ederler. Ama yaşananlara bakılırsa, bir-iki insanın keyfe keder ‘sizin kortejiniz içinde kendi kafamıza göre takılacağız’ şeklinde karikatürize edecebileceğimiz bir tutumu sahiplendikleri görülüyor. Bu nedenle, meselenin içki içmek caiz midir,değil midir tarzında bir tartışmadan ziyade “aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde” şiarına uygun davranılmasına doğru evrilmesi gerekli.

Ayrıca, hiç kimsenin başka bir gruba “sizin ilkeleriniz anarşizmle bağdaşmıyor, size öğretelim de ona göre davranın” dayatmasında bulunma hakkı yoktur. Kendilerine anarşist hareketin kanaat önderleri misyonu biçmiş birtakım aklıevvel zevatın, alışık oldukları konformist varoluş kanallarını tıkayanlara karşı geliştirdikleri dedikodu ve yıpratma kampanyalarına fazlasıyla maruz kalmış olan biz İsyancı Anarşistler, durumdan vazife çıkarırcasına “tecrit” çığlıkları atanların anarşiyle, anarşistlikle bağlarının ne denli ince olduğunu yakinen bilmekteyiz. Bu tür kampanyaların ateşli savunucularının, kendi eylemlerini var edecek iradeden, oluşlarına anlam kazandıracak cüretten yoksun oldukları için önlerine iş olarak, kendi liberal tahayyüllerine uyum sağlamayan güçleri sinsi taktiklerle yıpratmayı koyduklarına vâkıfız. Bu nedenle, böylesi şahısların argümanlarıyla gelişen her sürece, alınan her tavıra şüpheyle yaklaşmayı ilke olarak kabul etmekteyiz.

Son olarak, biz İsyancı Anarşistlerin içki vb. keyif verici maddelerin kullanımının tamamen bireylerin kendi seçimlerine dayanması gerektiğini savunduğumuzu, bu konuda otoriter bir dille lehte veya aleyhte kurallar koymanın anlamsız ve saçma olduğunu da not düşelim.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

HAYIRSEVERLİĞE KARŞI


FERAL FAUN

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki birçok şehirde, anarşistler “Bomba Değil Yemek” etkinliklerini örgütlemektedir. Bu projelerin örgütleyicileri, hiç kimsenin aç kalmaması gerektiği için yiyeceğin parasız olması gerektiğini anlatacaklardır. Kuşkusuz güzel bir histir ve öyle bir fikirdir ki anarşistler hayırseverliğe başlayarak Hıristiyanlar, hippiler veya solcu liberaller gibi yanıt verirler.

“Bomba Değil Yemek” bununla birlikte farklıysa ne söylenecektir: Örgütleyicileri tarafından kullanılan karar verme aşaması hiyerarşisizdir. Hükümet veya şirket ödenekleri almazlar. Bir çok şehirde, yemeklerini tutuklanma riski taşıyan bir sivil itaatsizlik eylemi olarak dağıtırlar. Açıkça, "Bomba Değil Yemek" büyük ölçekli hayırsever bir bürokrasi değildir; aslında, çoğu kez “kayan bir ayakkabı” uğraşıdır...ama bu hayırseverliktir – ve bu kendi anarşist örgütleyiciler tarafından asla sorgulanmamaktadır.

Hayırseverlikler her hangi bir ekonomik sosyal sistemin zorunlu bir parçasıdır. Ekonomi tarafından empoze edilen kıtlık bazı insanların en temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı bir durum yaratır. Yüksek bir biçimde gelişmiş sosyal refah programları olan uluslarda bile, sistem içindeki çatlakların peşine düşenler vardır. Hayırseverlikler, devletin refah programına karşı olamayacak şekilde “halatı boşa alırlar”. “Bomba Değil Yemek” benzeri gruplar, bu nedenle fakirin kendi yaratımları olmayan programların üzerindeki bağımlılıklarını sağlamlaştırarak sosyal düzeni sürdürmeye yardımcı olan gönüllü bir işgücüdür.

Yakınlık ilişkileri ile kullanılan karar verme aşaması ne kadar hiyerarşisiz olursa olsun her zaman otoriterdir. Programın örgütleyicileri Hayırseverlikten yararlananların insafındadırlar, böylelikle bu ilişkide kendi terimleriyle hareket etmekte özgür değildirler. Bu birinin hayırseverliği kabul etmek zorunda olduğu gibi küçük düşüren bir biçimde görülebilir. “Bomba Değil Yemek” gibi hayırsever yemekleri, herkesin adil bir pay aldığından emin olmak isteyen bazı gönüllüler tarafından dağıtılan nicelikte kendi seçimleri dışında yemekler için zamanında o yere varmak ve sırada durmak amacıyla bundan yararlananlara gereksinim duyar. Elbette, bu, aç kalmaktan iyidir, fakat utandırma durumu en azından birinin istediği zaman yiyeceği yemek için bir bakkalda para ödeme sırasını beklemek kadar büyüktür. Böyle bir utanmayla geliştirdiğimiz uyuşukluk –bazı anarşistlerin sanki başka seçenekleri yokmuşçasına, yiyeceğe ödemekten kaçınmak amacıyla her gün hayırsever yemek yardımlarında yemeyi seçecekleri durum vasıtasıyla açığa vurulmakta olan uyuşma – toplumumuzun böyle utandıran etkileşimlerle nüfuz ettiği boyutu göstermektedir. Hala, birileri, anarşistlerin böyle etkileşimleri, toplum tarafından empoze edilmiş utanma duygusunu yok etmek için farklı türde etkileşimler yaratmaya çabalayacaklarını ve böyle yapmak için kendi güçleri içerisinde yattığı kadarıyla reddedebileceklerini düşünebilir. Aksine, bir çoğu bu utanma duygusunu sağlamlaştıran programları yaratır.

Fakat birinin çok iyi bildiği bir yoksulluktan muzdarip olan başka biri için empati duymanın ne anlamı var; diğerleriyle yemek paylaşma arzusunun ne önemi var? "Bomba Değil Yemek" benzeri programlar empatiyi ifade etmez, merhameti eder. Yemeği dağıtmak paylaşmak değildir; bu “bağışcı” ve “yararlanan” sosyal roller arasındaki hiyerarşik ve kişisel olmayan bir ilişkidir. Hayal gücünün eksikliği, anarşistleri zaten var olanlarla paralel olan kurumları yaratan Hıristiyanlar ve liberallerle aynı biçimde açlık probleminin (çoğu için soyut bir sorun olan) üstesinden gelme çalışmalarına yöneltmiştir. Anarşistlerin doğal olarak otoriter olan bir görevi yerine getirmeye teşebbüs etmesinin pis bir iş yaptıklarının düşünülmesi gibi …Buna dair hiçbir yanılsamaları olmayanlar neden hayırseverlik yaparlar? Anarşistler, bağımlılık yerine kendini belirlemeyi ve merhamet yerine uyumu teşvik eden yollar aramalıdırlar.

“Bomba Değil Yemek”te anarşist olan hiçbir şey yoktur. İsmi bile otoritelere yönelik bir taleptir. Bu, örgütleyicilerinin sık sık sivil itaatsizliği kullanmalarının sebebidir – bu iktidardakilerin fakiri doyurmaları ve barınmalarını sağlaması için vicdanlarını okşama girişimidir. Bu programda kendi kendini belirlemeyi teşvik eden hiçbir şey yoktur. Bundan faydalananların bu rolü reddetmelerini ve istediklerini ve ihtiyaçlarını kuralları takip etmeden almaya başlamalarını teşvik eden hiçbir şey yoktur. "Bomba Değil Yemek", tüm diğer hayırseverlikler gibi, bundan faydalananları kendi yaşamlarının aktif yaratıcıları haline gelmesi yerine pasif alıcılar olarak kalmasını özendirir. Hayırseverliğin olduğu şeyi kabul etmek; tamamen yaşayabilmek için yok edilmek zorunda olunan ekonomikleştirilmiş varlığımızdaki öz ve kurumsallaştırılmış utanmanın başka bir görünümüdür.

MİNİ TEORİ


FERAL FAUN

Yıkıntılar ister Zapotecler ister Mayalılar, ister Mısırlılar ve isterse modernler olsun oyun alanlarıdırlar. Onları korumak yerine, onlarla neden tamamen tükenecek kadar oynamıyor ve onları yaratmış olan kültürleri unutmuyoruz? Kültür belleği, kültürün korunmasıdır- ve kültür, sadece yaratıcılık ve oyun üzerine yerleştirilmiş kutsal bir sınırdır. Asiler kutsal sınırları yok ederler.

Konsensüs metodu bireyi grubun buyruğu altına sokar. Konsensüs şimdikini arabuluculuk sürecine maruz bırakır. Konsensüs, değişime sadece tüm grup tarafından kabul edilirse müsaade eder ve dolayısıyla yaradılışından muhafazakarlıktır...Bu, anarşi değil, içselleştirilmiş bir kontroldür.

Toplumun işleyişi için, arzu uysallaşmalıdır. Arzu ekonomi tarafından sömürgeleştirilmelidir – gereksinim/ihtiyaca, toplum tarafından sunulan malları elde eldeye dönüştürülür. Böylece doğrudan arzu kısıtlamalara ve yapılara ihtiyaç duyar. Bunlar arttıkça, arzunun rengi katıksız bir hayalete dönüşür. Kısıtlamalar ve yapılar giderek onlara karşı kullanılabilen sırları öğrenmek için hayatta kalmaya evrilir.

Yıkıntılara olan ilgim, kısmen zorlanmamış isyanın bilinçli kışkırtılması yoluyla yıkılan şehirlerden neşeli bir şekilde stratejiler geliştirme girişimlerinden kaynaklanır. Bu onlara karşı kullanılabilen sırları öğrenmek için şehirleri geniş bir şekilde araştırılmasını gerektirir.

Bir eliti yaratmak için birden fazla yol vardır. Yöneten sınıflar, entelektüel sınıflar ve estetik sınıflar kendi pozisyonlarını sağlamlaştırmak için ayak takımına kendi güçlerinin, bilgi ve becerilerinin yapay bir erişilmezliğini yaratırlar. Diğer taraftan, kendi kendine açığa vurulmuş olan "sınıf bilinçli" radikal aktivistler, kendi “sınıf saflıklarını” veya böyle saçmalıkları kanıtlamak için ve kendi gülünç yalanlamaları tarafından kendilerini bu şekilde yoksullaştırmaya razı olmayan o radikallerin gönülsüz bir elitini yaratmak için kolaylıkla faydalanılabilir olan bilgi, kelime dağarcığı ve iyi bilenmiş analitik becerilere ulaşmaktan kendilerini mahrum bırakırlar.

Bir çok...anarşist aslında toplumun söylemi içindeki düşüncelerinin tuzağına düşerek halen sosyal bağlam tarafından yaratılmış olan imajlar açısından düşünen solcular veya liberal özgürlükçüler veya bazı durumlarda basit bir şekilde öfkeli insanlardırlar. Birisi, kendi kategorilerinin dışında düşünerek bu söylemin dışına çıkana dek, birinin isyanı otorite yapılarının parçası olarak kalır. Çoğu anarşist, tam olarak meydan okumayan, hafif yapmacıklı, uysal ve hoş olan bir “anarşiyi” sevinçle yaratarak toplumun söyleminden tamamen hoşnuttur – hepsi “eğitim” ve “eylem” için.

Sibernetik teknoloji endüstriyel teknolojiye kendi varlığı için bağımlıdır. Dolayısıyla siber ütopyanın boş hayali için.

Değiş tokuş hala ekonomik bir değişimdir. Para ekonomik değişimin daha randımanlı akışına izin verir. Neden sadece ekonomiden tamamen kurtulmuyoruz?

Çoğu kez "sağlık" canlılığın karşısındadır. “Sağlığa” değer verenler bunu çoğu kez çileci ve pasif bir usulde sürdürür.- bir şeyleri bırakarak. Onların sağlık özlemi yaşamsal değildir, ciddi arzu trajedisidir – bu bir iş veya bir imalat işlemidir – sona ulaşma girişimidir – fakat böyle bir işlem asla memnuniyet vermez, çünkü kendi kökleri olan boşluğu sürekli olarak yeniden üretmek için özlemin doğasıdır. Yaşamsallık, yoğunluk – bunlar sadece sağlığa sahip olmak için gereken nedenlerdir – ve onları yaşamak sağlığı yaratır veya onu konu dışı bırakır.

Post-modernizmin en iyisi başarısız olur çünkü aklın krallığına yönelime taşınır – aktif bilincin lehçesi tarafından yaratılmış olan esrik yaşamlar yerine rasgele düşünceler tarafından hareket edilen statik yaşamlar mı?

Eğer "özne," "kendisi," sonra birini diğerinin kendini yaratmasından alıkoyan her şey yok edilmiş veya yıkılmış olsaydı, birinin kendi öznelliği, her an yaratıcı olan kendisinden daha büyük olan bir şeye sürekli olan inancı olurdu - i.e., sürekli olarak allaha inanmak. Bugünün çağından, tanrı toplumdur.

GÜNDELİK ETKİLEŞİMLERİN DEVRİMİ

Kendi totalitesinden fışkırdıkları mini sosyal bağlamlara karşı çıkmadan ayrı sinir bozucu hadiselere karşı çıkmak kendi totalitesindeki en büyük sosyal bağlamı ispatlamaya çalışmaktan ziyade meseleleri protesto etmek o zaman farklı olmaz. Hiçbir esas değiştirmez. Hayal günün başarısızlığı, ümitsizliği, olaylar tarafından yenik düşmüş hissetmek: bunlar tersine giden etkileşimlerin kanıtlarıdırlar.

Aklın tüm içi bütünüyle sosyal bir yaratım... en iyisi o bağlamla yok edilebilecek olan ve sosyal bir bağlam tarafından yaratılmış olan bir ilişkidir...O zaman belki hayal gücü esasen bir fantezi mekanizması olmaya son verebileceği ve sürekli olarak gergin anlar yaratmanın bir aracı haline gelir. Aklın iç kısmı ile aktif bir kendi kendine yaratım yaşamından ayrılmış olan düşünceleri, hayalleri ve tasarımları ifade etmek istiyorum.

Hiç kimsenin hiç kimseye borcu yoktur. Borç ekonomik bir kavramdır ve onun herhangi bir biçimini tanımayı reddediyorum.

DEVRİM


FELİX GUATTARİ

Devrimin anlamı hakkında birazcık deneme yapmalı ve düşünmeliyiz. Bu terim şimdi o denli kırılmış ve yıpranmış ve o kadar çok her yere çekilmiştir ki, her ne kadar basit de olsa temel bir tanıma geri dönmek gerekli. Bir devrim, bir sürecin, aynı noktaya geri dönmeyi imkânsız kılan bir değişimin doğasına dair bir şeydir. Bu, yeri gelmişken, “devrim” teriminin, bir yıldızın diğeri etrafındaki dönüş hareketine atıfta bulunan bir anlamda kullanılmasına aykırıdır. Devrim, bir şeyi değiştiren bir tekrar, tersine dönüşü olmayanı getiren bir tekrardır. Tarihi üreten, bizleri aynı tutumların ve anlamların tekrarından alıp götüren bir süreç. Bu yüzden, tanım gereği, bir devrim programlanamaz, çünkü programlanabilir olan daima zaten buradadır (déjà-là). Devrimler, tarih gibi, daima sürprizler üretir. Tanım gereği daima önceden tahmin edilemezdirler. Bu insanı devrim için çalışmaktan alıkoymaz, devrim için çalışmayı önceden tahmin edilemez için çalışmak olarak anladığı sürece.

Dediğim şey hiç de o kadar saçma değil: üretken bir sürece katılmış bir şair ya da müzisyen –eğer kendisi bütünüyle bir üniversiteye ya da konservatuara bağlanmış değilse– onu üretene kadar ne ürettiğini asla bilmez. Kendi üretimlerinde intihar ya da deliliğe varma noktasının üstesinden gelmiş bütün yaratıcıların muazzam bir listesini yapabiliriz.

Konumuza dönersek, benim görüşüme göre, devrim fikri süreç fikri ile tanımlanır. Var olmayan bir şeyi üretmektir, şeylerin, düşüncelerin ve duyarlılıkların tam olarak varlıkları içinde bir tekillik üretmektir. Bilinçsiz toplumsal alanda, söylemin ötesindeki bir düzeyde, mutasyonlara sebep olan bir süreçtir. Biz bunu bir varoluşsal tekilleşme süreci olarak adlandırırdık. Sorun tekil süreçlerin, onları bir çalışmada, bir metinde, birisiyle ya da başkalarıyla birlikte bir hayat tarzında, ya da yaşam alanlarının veya yaratılacak özgürlüklerin keşfinde açıkça ifade ederek desteklenmesinin nasıl sağlanacağıdır.

Ancak bugünlerde insanlar, “devrimci” sözcüğünün belirli durumları ve projeleri tarif etmekte kullanıldığını pek duymuyor. Devrimci ne anlama geliyor? Mesela bir projenin, Troçkist kavrayışta olduğu gibi sürekli devrimci olması mümkün mü? Bu açıkçası sözcükler üzerinde otomatik bir oyundur, çünkü tanım gereği devrim sürekli olamaz: o, bir sürecin içinde bir tersine çevrilemezlik anı olarak tanımlayabileceğimiz belirli bir dönüşüm anıdır. Benim buradaki yerim bu konuda ders vermek değil, fakat tersine çevrilemez süreçlerin çalışılması bilimde önemli bir teorik problemdir, özellikle de termodinamik alanında. O halde, bir süreci, eğer tersine çevrilemez bir gidişat alıyorsa ve bundan ötürü, buna onun tarihi emsalsiz şekilde yazdığını da ekleyebiliyorsak, devrimci olarak adlandırabiliriz.

Henüz söylediğim şey çok bayağı görünüyor, fakat bunu belirli klişelere uygularsak şeyler daha karmaşık hale gelirler. İçsel olarak devrimci olmak bir sınıf için mümkün müdür? Bir toplumsal, siyasal oluşumun –sendikaların mesela– elli yılı aşkın bir süre boyunca devrimci olduğunu iddia etme durumu, Sovyetler Birliği’nde örneğinde olduğu gibi açıkça bir çelişkidir: devrim ya süreçseldir, ya da devrim değildir. Fransız Devrimi bittiğinde, işaretler bütün şehir salonlarına konuldu ve okul çocukları insan haklarını yürekten öğrenmek zorundaydılar: bu artık süreçsel karakteri olmayan bir devrimdi.

Devrimci mikrosüreçler yalnızca toplumsal ilişkilerden fazlasını gerektirir. Örneğin Modigliani, bir şekilde, muhtemelen daha önce hiç kimsenin yapmaya cüret edemeyeceği yüzler gördü. Örneğin, belirli bir anda, zamanın devri içinde bizim “yüzsellik makinesi” diyebileceğimiz şeyi bütünüyle değiştiren özel bir tür mavi göz resmi çizdi. Algılama ve pratik açısından bu dönüşüm mikrosüreci, bir şeylerin değişmiş olduğunu algılayan insanlar tarafından yakalandı, Modigliani yalnızca kendisinin bir yüzü görme biçimini değiştirmekle kalmadı, bir yüzün kolektif olarak görülme biçimini de değiştirdi. Bu süreç kendi hayatiyetini, devrimci karakterini belirli bir toplumsal alanda, zamanın belirli bir anında ve belirli bir dönemde korudu. Daha sonra, resim yapma süreci başka bir yerde vuku buldu, başka süreçler ve başka devrimci mutasyonlar zuhur etti ve bir şekilde, kimi şekillerde yeni mikro süreçler gelişim halinde yerini aldı. Evet, devrim sorunsalı bu türden şeyler de içerir.

Eğer bir kültürel devrim ve insanlar arasında bir tür mutasyon yoksa, daha önceki bir toplumun yeniden üretimini geçersizleştirmemiz olmaksızın, olası herhangi bir rejimin devrimci bir dönüşüm olduğuna inanmıyorum. Benim moleküler devrim dediğim şey, hayat tarzındaki değişimin belirli pratiklerine dair tüm olasılıkların yelpazesidir ki bu herhangi bir toplumsal dönüşümün koşuludur. Bunda ütopyacı ya da idealist hiçbir şey yok.

Bugünlerde, insanlar devrimci sözcüğünü dillendirmeye artık cesaret dahi etmiyorlar. Kabul edilmelidir ki, “hakiki” bir devrimin hâlâ var olabileceğini tahayyül etmek daha ziyade ahmakça. Bugün Fransa’da devrimden bahsetmek hiç de havalı değil. Çoğu Fransız entelektüeli, sınıf mücadelesi sorunsalını dışlıyor, fakat bu demek değil ki bunun tarihteki bir mesele olduğundan vazgeçmiş olsunlar. Vuku bulan şey, hali hazırda onların iyi bilinen bir açmazda olduğudur. Devrimci olduğu iddia edilen tüm modelleştirme sistemleri, gerçekten daha çok bahsettiğim şeyin reddine sebep olan bir şey, devrimci süreçleri engelleyen bir şey gibi işlev görüyor. Bununla birlikte, onu idare eden bütün bürokratizmlere rağmen bu mücadele gereklidir: bütün mesele bunu devrimci bir süreçle karıştırmamaktır. Fakat devrimci olmadığı gerçeği onu daha az gerekli kılmaz. Örnek olarak bir çatıyı destekleme problemini alalım: burada açığa çıkan sorun, çatı desteklemenin devrimci olup olmadığını bilerek yapmak zorunda olmak değil, kafalarımıza düşmesi tehlikesini göze alıp almadığımızı bilmektir. Bunun aynısı toplumsal ilişkiler için söylenebilir: çalışan sınıfların ve çeşitli çıkar gruplarının, hangi aracı kullanabilirlerse kullansınlar, baskıcı sistemlere karşı direnmeleri tamamen meşrudur. Bir şey daha, bir devrim siyasetini (çoğul olarak), moleküler devrimleri açıkça dile getirmek, epey farklı bir şeydir. Önemli olan, Marksizmi/toplumsal mücadeleyi/sendika mücadelesini moleküler devrimlerin karşısına, birbirlerini dışlayıcı alternatifler olarak kuran düalist, ikici mantıktan kaçınmaktır.